TURKISH WRITINGSWeiser NİCHT

TÜRKİYE’DE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN DİKTATÖRLÜĞÜN ZORBALIĞINA

Weiser NİCHT (Adı sanal, kendi gerçek sürgündeki Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Üyesi)

1.     Bütüncül Bakış

Türkiye son yıllarda, kuruluşundan bu yana görülmedik şekilde, hukukun üstünlüğü ve demokrasi güzergahından sapmalar ve savrulmalar yaşıyor. Konuyu ve resmi tam olarak ortaya koymak için geriye doğru gitmek ve bütüncül bakmak gerekmektedir.

1923 de batı uygarlığına göre kurgulanan Türkiye, bütün mevzuatını ve teşkilat yapılanmasını buna göre tamamlamıştı. Gelişen batı demokrasilerinin peşi sıra, son 80 sene içerisinde serbest piyasa ekonomisine, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne dayalı, insan haklarına saygılı sosyal bir hukuk devleti olma yolunda çok önemli mesafeler kat etmişti. Özellikle 1983 – 1993 arasında Turgut Özal’ın liderliğinde Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedef olarak belirlendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yargı yetkisi tanındı ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanında olumlu yönde fevkalade iyileşmeler ve gelişmeler yaşandı.

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti (AKP) yönetiminin işbaşına geldiği 2002’den itibaren ilk 8-9 senelik süreçte Avrupa Birliği ile aradaki mesafe neredeyse kapanmış ve tam üyelik takvime bağlanmış gibiydi. Öyle ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan AK Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland ‘hayranıyım’ diyerek söz ediyor, Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterileceğinden bahsediliyordu[1]. Aynı yıllarda, hükümet İspanya ile birlikte, bütün Dünya’ya barış ve huzur getirecek ‘Medeniyetler İttifakı Projesi’ üzerinde çalışıyordu[2]. Türkiye İslam ile demokrasinin bir arada olabileceğine dair bütün Müslüman milletlere ve Arap coğrafyasına referans olarak gösterilen bir seviyedeydi.

Keza soğuk savaş artığı, sistem ve kontrol dışı militarist yapı ve örgütlerle mücadelede önemli başarılar kat edilmiş; askeri vesayet büyük ölçüde bertaraf edilmişti. Avrupa Konseyi 22 Aralık 1990 tarihli kararıyla[3] Gladio tarzı örgütleri tasfiye kararı almış, kıta Avrupa’sında siyaset kurumu vasıtasıyla büyük ölçüde tasfiye tamamlanmıştı. Türkiye’de ise bu yargı eliyle yapılıyordu. Hiç şüphesiz siyaset yerine, millet adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce aleni olarak icra edilen yargılama faaliyetiyle hukuksuzluklarla mücadele edilmesi, daha çok takdire ve tercihe şayandır. Nitekim AB ve AK çevrelerinden de askeri vesayetin tasfiyesi, kayıt dışı Gladio tipi yapılanmaların dağılmasına yönelik yargılamalar destekleniyordu. Örneğin 2010 AB ilerleme raporunda şu görüşe yer verilmişti[4]: “Sonuç olarak, suç örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon adlı oluşuma ilişkin soruşturma ve birçok başka darbe planının araştırılması, demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat olmayı sürdürmektedir.”

Ancak ne olduysa 2010’dan sonra, özellikle 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarından sonra oldu. O zamana kadar demokrasi ve hukukun üstünlüğü istikametinde tam devir ve kapasiteyle seyir halindeki Türkiye önce hız kesti, sonra da yön ve güzergâh değiştirdi. Erdoğan önceleri savcısı[5] olduğunu belirterek savunduğu yargılamalar hakkında, yolsuzluk soruşturması üzerine ‘orduya ve iktidarına kumpas kurulduğu’[6] iddiasına evrildi ve kendisini çevirdi[7].

1.1  Gezi Olayları

Türkiye’de 2010’dan sonra duraklama dönemine giren demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünün tesisi çabaları, Mayıs 2013 tarihinde kırılma yaşadı ve hızla otoriterleşme istikametine makas değiştirdi. Hükümet İstanbul’un en merkezi ve tarihi mekanlarından olan Taksim meydanının kenarında bulunan yeşil alana, tarihi topçu kışlasını aslına uygun yeniden inşa etmek bahanesiyle, alış-veriş merkezi (AVM) yapmaya kalkışınca halk karşı koydu. Üstelik tarihi, kültürel ve tabii mirası korumakla görevli idare (2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu) ve mahkeme (İstanbul 6. İdare Mahkemesi) yeşil alanın korunması yönünde karar vermelerine rağmen iktidar inşaat yapmakta ısrar edince, olaylar büyüdü. Aktivistler yeşil alanı korumak için oturma eylemleri başlattılar, hatta çadır kurup gece-gündüz nöbet tutmaya başladılar[8]. İş makinaları çadırları kaldırmak ve aktivistleri dağıtmak maksadıyla parka girdi, karşı koyanlara polis orantısız güç kullandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yatıştırmak, uzlaştırmak ve orta yolu bulup çözüm üretmek yerine gerilimi tırmandırıcı söylem ve politikaları tercih etti. Olaylar kısa sürede büyüdü ve bütün ülke sathına yayıldı. Taksim Meydanındaki yeşil alanı korumak için başlayan eylemler bütün Türkiye’de hükümeti protesto eylemlerine dönüştü. Sosyal medya üzerinden örgütlenme, tencere-tava eylemleri, duran adam eylemleri, adalet yürüyüşü, kırmızılı kadın gibi sembolleşen eylemler ve protesto yöntemleri gelişti[9].

1.2  17-25 Aralık 2013 Operasyonları ve Önemli Yolsuzluk Soruşturmaları

Aralık 2013 de Türkiye’de büyük çaplı yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları yapıldı. Kamuoyunda ‘17/25 Aralık’ soruşturması olarak bilinen soruşturmalarda hükümete yakın pek çok isimlerin yanı sıra kabineden dört bakan ve bazı hükümet yetkililerinin, yakınlarının, oğullarının adları geçiyordu. Özellikle İran asıllı Reza Zarrab isimli iş adamı vasıtasıyla uluslararası kara para aklama, altın kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, İran’a yönelik Birleşmiş Milletler ambargosunun delinmesi, Suriye’de çatışan gruplara silah satışı, Afrika’da yasa dışı örgütlere silah satışı, ülke içinde kamu hizmetlerinde, özellikle ihalelerde büyük miktarlarda rüşvet alımı ve yolsuzluk yapılması gibi oldukça vahim ve kapsamlı iddialar basına yansıdı[10]. İşin niteliği gereği en yüksek meblağda işlerin ve işlemlerin yapıldığı yer Çevre ve Şehircilik Bakanlığıydı. Soruşturmalarda da en çok yolsuzluk ve rüşvetin bu bakanlıkta döndüğü öne sürülüyordu. İlk başlarda Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bir TV haber programına canlı bağlanarak, istifa ettiğini duyurdu. Ayrıca bütün yapılanlardan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da haberinin olduğunu belirterek O’nun da istifa etmesi gerektiğini belirtti[11].

Hükümet ise yargı erkinin bağımsızlığı gereği, soruşturmaların sonucunu beklemek ve izlemek yerine, bunun kendine karşı yapılan bir ‘yargı darbesi’ olduğu iddiasıyla[12] büyük bir karalama kampanyası başlattı. Bizzat Başbakan cadı avı yapacaklarını söyledi[13]. Parlamentoda çoğunluk elinde olduğundan ilk önce bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirdi. Örneğin ‘bağımsız’ bir yargı için bütün Dünyada geçerli olan ‘soruşturmanın gizliliği’ kuralı mevzuat değişikliği ile kaldırıldı, cumhuriyet savcılarının bir soruşturmaya başladıklarında bunu mülki amire bildirme zorunluluğu getirildi[14]. Oysa bazı yolsuzluk soruşturmaları zaten mülki amirler veya hükümet yetkilileri hakkındaydı. Gizli yürütülmesi gereken soruşturmalar böylece alenileşince yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının sadece İstanbul’daki 17/25 Aralık dosyalarının olmadığı, İzmir, Mersin, Adana başta olmak üzere ülkenin değişik illerinde birbirinden bağımsız pek çok yolsuzluk, rüşvet, uluslararası kara para aklama, kaçak silah nakli gibi iddialar ve soruşturmalar açığa çıktı. Çoğunda üst düzey hükümet yetkililerinin de adı geçiyordu.

Bunlardan ‘MİT Tırları Soruşturması’ namıyla ünlenen soruşturma bile tek başına hükümetin ve devlet kurumlarının demokrasi ve hukukun üstünlüğünden ne kadar uzaklaştığını ve savrulduğunu gözler önüne sermektedir. Cumhuriyet savcıları bir ihbar üzerine seyir halindeki tırları durdurdu. Arama sonucu ordu tarafından savaşta kullanılan ağır silahlarla yüklü oldukları anlaşıldı[15]. Başbakan TIR ların Suriye’ye insani yardım malzemesi taşıdığını iddia etti. Ancak güvenlik güçlerinin evrak ve görüntülerinde ağır silahlarla yüklü oldukları kayıtlara geçti. Üstelik bu tırların sayısının birkaç bini bulduğu basına yansıdı.

Muhalefet partilerinin parlamentoda hükümetin ‘17/25 Aralık yargı darbesi’ iddiasının araştırılması için ‘meclis araştırma komisyonu’ kurulması önerisi, iktidar partisinin oylarıyla reddedildi[16]. Oysa bu iddianın bütün ayrıntısı ve şeffaflığıyla tartışılacağı yegâne makam ve mekân parlamento idi.

17/25 Aralık 2013 soruşturmalarının gerçek mahiyetini anlamak için iki önemli unsurun hesaba katılması gerekir.

Birincisi, Başbakan Erdoğan’ın o günlerde çete olarak niteleyip, yargı darbesi yapmakla itham ettiği Hizmet Hareketi’nin lideri Fethullah Gülen, iki soruşturma arasında, 20 Aralık 2013 tarihli konuşmasında, soruşturmayı yürüten görevlilerin binde birini tanımadığını, fakat kendilerine nispet edildiğini belirtip, iki taraf arasında yaşanan ihtilaf ve gerilim hakkında çift yönlü dua etti[17]: soruşturma görevlileri “dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur’an’ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha’ya aykırıysa, İslam’ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa.. Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin.” Sonradan bunun İslam hukukunda muhavele, mübahele veya mülâane kavramlarıyla ifade edilen müesseselere tekabül ettiği, akademisyenler ve uzmanlar tarafından açıklandı. Buna göre, müzakere ve muhakeme ile çözülemeyen ihtilaflarda, kim haksızsa Allah’ın lanetinin onun üzerine olması için karşılıklı dua edilmektedir.

Erdoğan ve hükümet çevreleri, bu teklife cevap verip “âmin” demek yerine, bunun bir beddua olduğunu iddia edip, kendisine yakıştıramadıklarını belirttiler. Fethullah Gülen ise teklifinin karşılıksız kaldığını “duama âmin diyebilmelerini beklerdim” sözleriyle dile getirdi[18].

İkincisi, 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarının merkezinde yer alan İran asıllı iş adamı Reza Zarrab ile Halk Bankası’nın eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla[19] hakkında ABD de, İran’a yönelik ambargonun delinmesi, kara para aklama, banka dolandırıcılığı dahil pek çok suçlama ve iddialarla yargılama yapıldı. Zarrab kendisine isnat edilen 7 suçlamayı da kabul edip savcılıkla iş birliğine gitti[20]. Bu davaların yargılaması sırasında, Türkiye’de 17/25 Aralık 2013 soruşturmasındaki deliller gündeme geldi. Hükümet çevreleri, ABD’deki yargılamada ‘örgüt üyelerinin sahte deliller üreterek ABD ye verdiğini’ ileri sürmelerine karşılık, soruşturma ve kovuşturma makamları, dosyadaki bütün kayıt, belge ve delilleri ABD yasalarından aldıkları yetkilere dayanarak bizzat topladıklarını, bunların Türkiye’deki 17/25 soruşturmalarındaki delillerle örtüştüğünü, hatta kendilerinde fazlasının bulunduğunu açıkladılar. Üstelik soruşturmada görev alan FBI görevlilerine başarılarından ötürü ödül verildi. Görevlilerse Erdoğan veya adamları tarafından tehdit edildiklerini söylediler[21].

Türkiye’de Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik 17/25 Aralık 2013’den bu yana devam eden, 15 Temmuz 2016’dan sonra neredeyse soykırıma dönüşen soruşturmalarda en önemli argüman, ‘17/25 Aralık soruşturmasının asılsız, delillerinin sahte ve hükümeti devirmeye yönelik yargı darbesi’ olduğuna yöneliktir. Nitekim halihazırda devam eden veya sonuçlanan yüzbinlerce davanın hemen hepsinde, iddianamelerde ve gerekçeli kararlarda bu argümana yer verilmektedir. Halen, 17/25 Aralık 2013’den sonra Bank Asya’ya para yatırmak, Zaman Gazetesi abonesi olmak veya düzenli almak, Hizmet Hareketi okullarında, üniversitelerinde çocuğunu okutmak, hastanelerinde tedavi görmek, Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışta bulunmak, üzerinde veya evinde 1 USA $ ı bulundurmak, vs ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ nedeniyle iddianame tanzimi veya hüküm tesisi için yeterli görülmektedir. Üstüne üstlük bütün bunlar kendinden menkul “bilimsel” bir çalıştayın sonuç raporunda yayınlanabilmektedir[22].

ABD yargısı 17/25 Aralık soruşturmalarını teyit ettiğine göre, Türkiye hükümeti ve yargı çevrelerinin bütün iddiaları ve dayanakları boşa çıkmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye’de tutuklanan, mahkûm edilen, mallarına el konulan, kamu görevinden ihraç edilen yüzbinlerce insanın haklarının ihlal edildiği, haksız yere soruşturmaya ve kovuşturmaya maruz bırakıldıkları kaziyye-i muhkeme ile en azından kesin delille sabittir.

1.3  Yapısal Değişiklikler

Hükümet 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan hemen bir gün sonra ilk iş olarak emniyet teşkilatı ve güvenlik birimlerinde büyük çaplı görev değişikliklerine gitti. 18 Aralık’ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı. 19 Aralık’ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı. 20 Aralık’ta Emniyet’teki görevden almalar yayıldı. 6 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak’ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin Emniyet müdürleri görevden alındı. 24 ile de yeni Emniyet müdürü atandı. 22 Ocak’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi[23]. Bu türlü mevsimsiz, sebepsiz ve gerekçesiz görevden almalar giderek arttı ve 15 Temmuz 2016’dan itibaren bir sele dönüşerek yüzbinlerce kamu görevlisinin toptan ihracına kadar vardı.

Değişiklik sadece personel rejimi veya istihdamına münhasır kalmadı. Pek çok mevzuatta da bırakın evrensel değerleri, Anayasa’yı ve hukuku, akıl ve mantıkla bile izah edilemeyecek değişikliklere gidildi. Örneğin 21 Aralık 2013 tarih ve 28858 sayılı Resmî Gazete’ de yayımlanan değişiklikle[24], Adli Kolluk Yönetmeliği’nde ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkeleriyle bağdaşmayacak bir dizi yeni hüküm getirildi ve belirtilen ilkelere uyumlu bazı kurallar kaldırıldı. Ezcümle, 3/1 madde/fıkrasındaki ‘adlî kolluk sorumlusu: mülki amirin görevlendireceği kişi’ olarak, 5/1-a madde/fıkra-bentteki ‘savcıları’ ibaresi ‘başsavcılığı’ ibaresiyle değiştirildi. Oysa önceki halinde adli kolluk sorumlusu, jandarma, polis, gümrük muhafaza ve sahil güvenlik teşkilatlarının o yerdeki önceden atanmış amir veya komutanı idi. Bunlardan her birinin uzmanlık, hizmet ve sorumluluk alanları farklı olduğundan en üst yetkilisinin, soruşturmayı yürüten savcıyla irtibat kurması makul ve amaca da uygun idi. Keza adliyelerde Başsavcılık makamı daha ziyade temsil makamıdır. Kural olarak, yapmalarına yasal olarak engel yoksa da, başsavcılar suç soruşturmasını bizzat yapmazlar. Soruşturma bazı yerlerde onlarca, hatta büyük şehirlerde yüzlerce Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülür. Hükümet değişiklik sayesinde bütün adli soruşturmaların hem kollukta hem de adliyede tek elde toplanmasını sağlamış oluyordu. Dahası, değişiklikle 5/1 madde/fıkrasına (c) bendi eklenerek en üst dereceli kolluk amirinin adlî olayları mülki idare amirine derhal bildirme yükümlülüğü getirildi. Mülki amirler ise doğrudan doğruya hükümet tarafından kendi tasarrufu ile atanmaktadır. Böylece hükümet bütün adli soruşturmalardan daha başlangıç anından itibaren haberdar olma imkanına kavuşmuş oluyordu.

Diğer taraftan hukuk devletinde adli soruşturmalar kural olarak hükümetten gizli yürütülür ki hukukî sürece müdahale edilmesin; ayrıca deliller kaybolmasın ve sanıklar kaçmasın. Yapılan değişiklikler bu gizlilik ilke ve kuralını da ihlal anlamına gelmektedir. Nitekim gizli yürütülmesi gereken soruşturmalar böylece alenileşince yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının sadece İstanbul’daki 17/25 Aralık dosyalarının olmadığı, İzmir, Mersin, Adana başta olmak üzere ülkenin değişik illerinde birbirinden bağımsız pek çok yolsuzluk, rüşvet hatta uluslararası kara para aklama, kaçak silah nakli gibi iddialar ve soruşturmalar açığa çıktı. Çoğunda üst düzey hükümet yetkililerinin de adı geçiyordu.

Sonuç olarak ülkede hükümet veya görevlileri yahut hükümetin istemediği herhangi bir kişi aleyhine adli bir soruşturmanın yürütülmesi imkânsız hale getirildi.

21/02/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun’la[25], 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun gözaltı işlemlerini düzenleyen 91/2. fıkrasında “işlediğini düşündürebilecek emarelerin” ibaresi “işlediği şüphesini gösteren somut delillerin” şeklinde değiştirildi. Böylece gözaltı işlemi zorlaştırılmak isteniyordu. Aynı kanunun 128. maddesine göre suç konusu olan paraya, taşınır-taşınmaz mallara, haklara, araçlara ve alacaklara, koruma tedbiri olarak “el koymaya ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verileceği, itiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranır” hükmü getirildi. Yine ‘İletişimin Tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması’ başlıklı 135. maddede “Bu fıkra uyarınca alınacak tedbire ilgili ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranır” değişikliği yapıldı. Böylece, ağır ceza mahkemelerinde mesela oy çokluğu ile bir kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilebilirken, basit bir hazırlık soruşturması işlemi olan arama veya el koyma işlemi için hem karar vermede hem de itiraz incelemesinde oy birliğini sağlama zorunluluğu gibi bir garabet ortaya çıktı. Elbette bu garabet bunu yapanlar tarafından da biliniyordu. Aradan üç yıla yakın zaman geçtikten ve hem adliyelerdeki soruşturmalarda, yargılamalarda hem de yargılama görevi yapanlarda pek çok değişiklikler yapıldıktan, önemli safhalar geçildikten sonra 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanunun[26] 26 ncı maddesiyle düzenleme eski haline rücu ettirildi; arama ve el koyma kararları için tek hakimli karar yeterli hale getirildi.

Bir başka önemli değişiklikler silsilesi Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında yapıldı. Bilindiği üzere Yargıtay adlî uyuşmazlıkların, Danıştay ise idarî uyuşmazlıkların çözümünde en son merciidir. Bu yüksek mahkemelerde hangi üyenin hangi dairede görev yapacağı, hangi dairenin hangi tür davalara bakacağı gibi yargılama heyetlerinin ve mercilerinin teşekkülü, üyelerin ve personelin disiplin soruşturmaları gibi görevler, oluşturulan heyetler eliyle yürütülmektedir. Heyetlerse yüksek yargı üyelerinin tümünün katılabildiği seçimler marifetiyle teşekkül etmektedir. Demokrasinin gereği olarak seçilen bir üye kural olarak görev süresi bitene kadar da yerinde kalır.

18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanun[27] 37. maddesiyle, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’na geçici 13. madde eklenmiş; Yargıtay Genel Sekreteri ve yardımcıları görevlerinden alınmış, Birinci Başkanlık Kurulu lağvedilerek yeniden seçilmesi öngörülmüş, mevcut dairelerin görev tanımlaması ve iş bölümü ile üyelerin görev yerleri de kaldırılmış, bunların yeni dönemde tekrar oluşturulması öngörülmüştür. Aynı kanunla idari yargı alanı ve Danıştay için de önemli değişiklikler yapılmıştır. İlgili yüksek mahkemelerde kanun gereği yeniden seçimler yapılmış, heyetler teşekkül etmiş, kanunun getirdiği değişiklikler ve yenilikler icra edilmiştir.

Ancak daha 6 ay bile geçmeden bu kez 02/12/2014 tarih ve 6572 sayılı Kanun’la[28] yine yüksek mahkemeler başta olmak üzere yargı erkine yönelik tekrar önemli ve yapısal değişikliklere gidilmiştir. Yargıtay ve Danıştay’ın idarî ve icraî heyetleri tekrar kanunla lağvedilmiş, dairelerin ve üyelerin sayısı artırılmış, yeni gelenlerle birlikte söz konusu heyetlerin yeniden teşekkülü öngörülmüştür. Hükümet daire sayılarının artırılmasına gerekçe olarak ‘yüksek mahkemelerde artan iş yükünü ve terakümü’ göstermiştir. Oysa ki Türkiye’de yargının artan iş yükü eskiden beri kronikleşmiş bir sorundu ve 2011 yılında yapılan anayasa değişikliği dahil olmak üzere yapılan köklü değişikliklerle zaten üyelerin ve dairelerin sayısı artırılmıştı. Nitekim kanunun görüşmeleri sırasında TBMM de ve kamuoyunda, hükümetin önceki değişiklikle yüksek mahkemeleri kontrolü altına alamadığından tekrar kanun değişikliğine gittiği yorumları yapıldı[29].

Bu arada Yargıtay ve Danıştay’a yeni seçilen üyelerin, Ekim 2014 de yapılan seçim sonucu yeni teşekkül eden HSYK tarafından yapıldığını hesaba katmak gerekir.

Hukuk devleti, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü güzergahı ve otobanından sapıldıktan sonra hiçbir kriter, ölçü, engel kalmamaktadır. Güncel olarak menfaat neyi gerektiriyorsa o yapılır. Bazen bir önceki düşünce, söylem ve eylemlerin taban tabana zıt pozisyona düşülebilir. Sonuçta tamamen pragmatik, oportünist, menfaatperest, ilkesiz, dürüstlükten uzak bir kişilik ve düzen ortaya çıkmaktadır.

Hükümet, 2014 sonunda yargıdaki iş yükünü gerekçe göstererek yüksek mahkemeleri sayısal olarak büyütmek için çaba gösterip parlamentodan kanun çıkarılmasını sağladıktan sonra, daha bir yıl yeni geçmişti ki bu kez yüksek mahkemelerin sayısal olarak çok fazla olduğunu gerekçe göstererek üye sayısının azaltılması maksadıyla tasarı hazırlayıp parlamentoya sundu. Üstelik bu kez mevcut üyelerin görev süreleri bitmeden, kazanılmış haklar göz ardı edilerek, alelacele sayı indirilmek isteniyordu. Gerçekten de 01/07/2016 tarih ve 6723 sayılı Kanun’la[30] Yargıtay ve Danıştay hem daire hem de üye sayısı bakımından yaklaşık yarıya indirildi. Yargıtay’da daire sayısı 46’dan 24’de üye sayısı ise 516’dan 200’e, Danıştay’da ise daire sayısı 17’den 10’a, üye sayısı 195’den 90’a indirildi. Oysa bir önceki değişiklikte gerekçe olarak gösterilen dosya terakümü de henüz bitirilmemişti. Kanun gereği bütün Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyelikleri düşürüldü. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yeniden üyelik seçimi yaptı, adı daha önce Hükümet’e yakın medya ve internet sitelerinde hedef olarak açıklanan üyeler seçilememişti. Nitekim kısa bir süre sonra seçilemeyen ve tetkik hâkimi sıfatıyla ataması yapılan bütün bu üyeler hakkında ‘darbeye teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyeliği’ isnadıyla gözaltına alma ve tutuklama kararları çıkarıldı. Halbuki Anayasa’nın 138-140 hükümleri ve evrensel ilkeler gereği, hâkim sınıfından olan kamu görevlileri kendi isteği olmadan, süresinden önce emekli edilemez, soruşturma gerektirmeden görevden alınamazlar. Bu noktada, görev süresi dolmadan, fiilen azil anlamına gelen, kanun değişikliği nedeniyle göreve son verme uygulamasının hukuka aykırı olacağına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire’nin yani AİHM Genel Kurulu’nun bağlayıcı içtihat mahiyetindeki ‘Baka v. Hungary’ kararını[31] hatırlatmak gerekir.

Aradan bir buçuk yıl geçince Hükümet yine yüksek mahkemelerde iş yükünün arttığını ve teraküm olduğunu fark etti. Bu kez 20.11.2017 tarih ve 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile tekrar Yargıtay’a 100, Danıştay’a da 16 yeni üye alınması kararlaştırıldı. 16/07/2018 itibariyle yeni üyeler seçilip görevlerine başladılar[32].

Yargıya operasyon bunlarla kalmadı. 1.2.2018 tarih ve 7079 sayılı Kanun 40. maddesiyle aynen kabul edilen 696 sayılı KHK 45. maddesiyle 31/12/2022 ye kadar Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulu’na katılacak üyelerin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından belirleneceği ve o zamana kadarki uygulamanın aksine üyelerin sürekli görev yapacağı hükme bağlandı. Böylece Yüksek mahkemelerden ‘yanlış’ içtihat ve karar çıkmasının da önü alınmış olunmaktadır.

Bunlar gibi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), 5651 sayılı İnternet kanunu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 2937 sayılı MİT kanunu gibi devlet teşkilat yapısının ve hukuk sisteminin temel kanunları dahil olmak üzere daha pek çok değişiklikler yapıldı; devletin ve hukukun temel taşları yerinden oynatıldı, temelinden sarsıldı.

1.4  Yargı ve Proje Mahkemeler

Türkiye’de hukuk devletinden savrulma ve sapmalar sulh ceza hakimliklerinin ihdasıyla büyük bir ivme kazandı. Türkiye Cumhuriyeti ilk kurulduğu yıllarda 1925-1930 arası mevzuatını, batılı devletlerin en güncel mevzuatlarını iktibas etmek suretiyle oluşturmuştu. Ceza muhakeme hukuku da bu alanlardan biridir. 04/04/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü (CMUK) kanunu 1877 Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun çevirisidir[33]. 5271 sayılı CMK nun 01/06/2005 tarihinde yürürlüğü girmesine kadar uygulandı. CMK da zaten CMUK nun sadeleştirilmiş ve Alman ceza muhakeme hukukundaki gelişmelerin uyarlanmış halidir. Buna göre hazırlık soruşturmasında yakalama, tutuklama, arama, el koyma gibi hâkim kararını gerektiren işlemlere sulh ceza mahkemelerince karar verilebilir.

Türkiye’de her ilçede adliye teşkilatı kurulduğundan ve büyük yerleşim yerlerinde ihtiyaca göre birden fazla mahkeme kurulduğundan, hazırlık safhasındaki hâkim kararını gerektiren işlemler binlerce mahkeme tarafından yerine getiriliyordu. Daha da önemlisi mesai saatleri dışında gelen talepler hakkında ise, bütün ceza hakimleri sırasıyla nöbet tuttuğundan, münhasıran sulh ceza mahkemesi yetkisi olmayan ceza hakiminin karar vermesi büyük ihtimal idi. Böylece suç soruşturması sırasında verilen koruma tedbirlerine ilişkin kararlar Türkiye’deki bütün ceza hakimleri tarafından karşılanıyordu. Bu da yaklaşık 5.000 civarında hâkim sayısına tekabül etmektedir.

Hükümet 17/25 Aralık 2013 operasyonlarını takip eden süreçte yeni bir proje geliştirdi. Anılan operasyonları ‘paralel yapının yargı darbesi’ olarak adlandırdığından operasyonları yapanlarla, arama, dinleme, el koyma, gözaltına alma, tutuklama gibi soruşturma safhası kararlarını verenlerle mücadele etmek maksadıyla, suç soruşturmasında hâkim kararını gerektiren işlemlerde sistem değişikliğine gitti.

22/06/2014 günü bir gazetecinin, Erdoğan’a, “Paralel Yapı’ya operasyon yapılacak mı?” sorusuna Başbakan “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanının önünde. Onun tarafından onaylanınca hızlı adımlar atılacak” cevabını vermiş[34]; yine aynı gün “Bir proje geliştiriyoruz. Bu işin alt yapısını oluşturuyoruz” açıklaması yapmıştı[35].

Erdoğan 10/08/2014 günü Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) ziyaret etmiş, proje hakkındaki düşüncesini daha açık ortaya koymuştur. BBP Başkan Yardımcısı Remzi Çayır “Recep Tayyip Erdoğan ziyarette, ‘Sulh ceza hâkimlikleri ile ilgili düzenleme yaptık. Şu an Abdullah Bey’in önünde. Bir hafta, 10 gün içerisinde çıktığında bunların defterini düreceğim’ ifadelerini kullandı” açıklaması yapmış[36]; aynı açıklamayı katıldığı bir televizyon programında da tekrarlamıştır[37].

Nitekim 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanun’la sulh ceza mahkemeleri lağvedilerek dosyalar ve bu mahkemelerin baktığı işler asliye ceza mahkemelerine devredilmiş; yerlerine münhasıran hazırlık soruşturması kararlarını vermek üzere ‘sulh ceza hakimliği’ ihdas edilmiştir. Dahası, bir sulh ceza hakiminin kararına itiraz, birden fazla hakimlik varsa sayı olarak bir sonrakine, birden fazla hakimlik yoksa en yakındaki sulh ceza hakimine yapılabileceği düzenlemeye bağlanmıştır. Ayrıca mesai saatleri dışında nöbetçi olacak sulh ceza hakimleri yine kendi içlerinde çevrilecek şekilde ayarlanmıştır. Oysa ki daha önceki düzenlemede, bütün modern dünyada olduğu gibi, sulh ceza mahkemesi kararının itiraz mercii bir üst mahkeme olan asliye ceza mahkemesi idi. Böylece temel haklar ve özgürlükler bir başka hâkimin, üstelik üst dereceli bir mahkemenin de denetiminden geçiyordu. Bütün ceza hakimlerinin iştirak ettiği nöbet sistemi de değiştirilince sulh ceza hakimleri arasında kapalı devre bir sistem oluşturuldu. Böylelikle daha önce yaklaşık 5.000 ceza hakiminin gözetiminde ve denetimindeki arama, gözaltına alma, dinleme, tutuklama, el koyma gibi soruşturma evresi kararları, temel haklar ve özgürlükler, kanundaki değişiklik sonrası birkaç yüz hâkime bırakılmıştır[38]. Bundan sonra sulh ceza hakimlikleri Erdoğan’ın yukarıda aktarılan sözüne istinaden kamuoyunda ‘proje mahkemeler’ olarak anılmaya başlanmıştır.

Proje mahkemeler doğal olarak bek çok bağımsız ve tarafsız gözlemci, uzman, kurum ve kuruluş tarafından eleştirilmiştir. Örneğin Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu), yeni kurulan hakimliklerin özellikle dikey itiraz ve denetleme yerine yatay itiraz sistemi getirmesinin hak ve özgürlükler için tehlike arz ettiğine işaret ederek eski sisteme rücu edilmesi veya endişelerin karşılanması tavsiyesinde bulunmuştur[39].

Proje tatbikata koyulunca kısa sürede meyvesini vermiş; 16/07/2014 tarihinde İstanbul’a 6 sulh ceza hakiminin ataması yapılmış; 20/07/2014 tarihinde Erdoğan Ordu ilinde “Paralel yapıyla mücadele için, biliyorsunuz bu atamaların yanında, sulh ceza hâkimliği ile alakalı da atamalar yapıldı. Bunların hepsi yarından itibaren görevlerini yapmaya başlayacaklar. Gerek emniyet gerek yargıda nelerin olacağını göreceğiz” açıklaması yapmış[40]; 6 hâkim[41] 21/07/2014 günü görevlerine başlamış; bir sulh ceza hâkimi göreve başladığı ilk gün 100’den fazla polise ilişkin arama ve el koyma kararları vermiş; kararın alınmasından birkaç saat sonra da, 22/07/2014 tarihinde, gece yarısı saat 01.30’dan itibaren polislerin evlerinde aramalar başlamış ve 100’den fazla polis gözaltına alınmıştır[42]. Bu polislerin hemen hepsi hükümetin hedef aldığı, 17/25 Aralık operasyonlarında görev almış polislerdir. Aynı gün Erdoğan polis şeflerinin gözaltına alınmalarını kast ederek, “Şimdi hesap soruluyor, ortaya daha neler çıkacak neler, … Bitmedi; bu daha başlangıç” açıklaması yapmıştır[43].

Kurgu ve iddia 17/25 Aralık operasyonlarının gerçek dışı ve bunun bir yargı darbesi olduğuna göre, evvela 17/25 Aralık soruşturma dosyalarının içeriği incelenmeli, dahası bunların gerçek dışı ve yargı darbesi olduğuna dair deliller ve bulgular incelenmeli, ki gözaltı ve operasyon kararı verilebilsin. Bir hâkimin göreve başladığı ilk gün 100 ü aşkın polis hakkında açıklanan kapsamdaki dosyaları, delilleri, evrakı saatler içinde, en fazla bir gün içinde inceleyip kanaate ulaşması ve buna göre gözaltı kararı vermesi fiziğin kurallarına göre imkansızdır.

Görüldüğü gibi Hükümetin taraf olduğu bütün gelişmelerde 17/25 Aralık operasyonları bir milat ve mihenk olarak alınmaktadır. Bu operasyonların ise doğru ve gerçek olduğunun, bunlardan ayrık ve bağımsız yapılan ABD’deki yargılamayla da teyit edildiğini bir kez daha vurgulayalım.

Takip eden süreçte Türk yargısı, hakimlere kitapçık dağıtılarak tahliye öncesi Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) görüşünün alınması tavsiyesinde bulunulması[44]; üstelik bunun ortaya çıkması[45] üzerine ‘şecaat arz ederken sirkatini söyleyen Kıpti’ misali HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın HSK da hâkim-savcılar için delil havuzu bulundurulması, yani istihbarat/muhaberat devleti uygulamaları ve fişleme yapıldığının birinci ağızdan itiraf edilmesi; Cumhuriyet savcısı Seyfettin Yiğit’in cezaevinde vefat ettikten 45 gün sonra tutuklunun halinin devamına karar verilmesi[46]; hukukun üstünlüğü endeksinde 2014 de 59. sırada iken 2017 de 113 ülke arasından 101. sıraya gerileme[47] başarısını! göstermesi noktasına ve durumuna savrulmuştur. Hâl böyleyken, Polis Akademisi tarafından düzenlenen ve “akademik düzeyde çalışan veya siyasi, idari ve hukukî mücadeleyi yürüten kişilerin katılımıyla” gerçekleştirilen çalıştayda “… yürütülen hukuki mücadelenin objektif kriterlerinin belirtilmesi neticesinde devletin terör örgütüne yönelik eylemlerini titiz bir hukukî çerçeve içerisinde gerçekleştirdiği görülmüştür. Buna göre yargı mensuplarının, kişilerin örgüt üyesi olup olmadıklarına veya eylemlerinin terör faaliyeti olup olmadığına ilişkin açık ölçütlere sahip oldukları anlaşılmaktadır” görüşlerine yer verilebilmektedir[48]. Aynı raporda, ‘hukukun üstünlüğü’ bakımından temel ilkeleri temelinden sarsacak, hatta imha edecek onlarca uygulama ve emsal vakıa itiraf edilmekte, görüş ileri sürülmektedir. Mesela, “istihbarî bilgilerin yasal delil sayılması için mevzuat düzenlemesinin yapılması gerektiği” savunulmaktadır[49].

Diğer taraftan, “adalet mülkün (devletin) temelidir” özlü sözünde değinildiği gibi, devletin bütün genleri ve kodları ile oynamak için hakimleri ve yargı teşkilatını kontrol altına almak yeterlidir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü daha devam ederken, olayları televizyonlardan öğrenen, hiçbir olaya ve çatışmaya karışmayan binlerce hâkim-savcı, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi (AYM) üyesinin, ‘darbeye teşebbüs’ iddiasıyla gözaltına alınması ve tutuklanması, akla Hitler’in Reichstag yangını gibi belli bir grubu veya toptan bütün muhalifleri tasfiye için çakma ve kurgu bir darbe senaryosunu akla getirmektedir.

Nitekim, başlangıçta darbeye teşebbüsten tutuklamaların yapıldığı açıklanmasına rağmen, sonradan HSYK Başkan Vekili Mehmet YILMAZ verdiği röportajda ‘hâkim-savcıları darbe teşebbüsünden tutuklanmadığını, zaten iki yıldan fazla süredir devam edegelen soruşturma yürüttüklerini söylemiştir[50].

Çorum Cumhuriyet Başsavcısı Ömer Faruk Yurdagül ‘operasyonları 1 Eylül 2016 tarihinden itibaren başlatmayı planlarken 15 Temmuz darbe girişimi olunca soruşturma işlemlerinin hızlandırıldığını’ belirtmiştir[51].

1.5  Basın- ve İfade Özgürlüğü

Proje mahkemeler ve bir dizi değişiklikler, uygulamalarla yargı bağımsızlık ve tarafsızlık özelliklerini yitirdikten sonra tabiatıyla diğerleri gibi Türkiye’de basın hürriyeti ve ifade hürriyeti de çok kötü durumlara gerilemiştir.

Türkiye basın özgürlüğü bakımından, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) endeksine göre, 180 ülke arasından 2016 yılında 151. sırada iken 2018 yılı itibariyle daha da kötüye giderek 157. sıraya gerilemiştir[52]. Mayıs 2018 itibariyle, bir milletvekilinin başbakana sorusu üzerine verilen bilgilere göre, kapatılan basın-yayın kuruluşu sayısı 116 dır. Bunlardan altısı haber ajansı, 18’i televizyon, 22’si radyo, 50’si gazete, 20’si de dergidir[53]. İki yıl içinde cezaevindeki gazeteci sayısında Türkiye bir numaraya yükseldi[54]. Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) 2017 raporunda en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu üç ülkenin sırasıyla, Türkiye, Çin ve Mısır olduğunu açıkladı. Raporda ayrıca “2016 yılında Türk basınına yönelik olarak başlayan baskı, temmuz ayındaki darbe girişimi sonrası arttı. Yetkililer bazı gazetecileri, yalnızca bir mesajlaşma uygulaması olan Bylock kullandıkları ve Gülenci kurumlar arasında olduğu iddia edilen bankalarda hesapları olduğu için suçladı” ifadeleri yer aldı[55].

İfade özgürlüğü ile basın özgürlüğü siyam ikizi gibidirler. Biri olmadan diğerinin olması imkansızdır. İfade özgürlüğünde de durum basın özgürlüğünden farklı değildir. Türkiye darbe teşebbüsünden bu yana ifade özgürlüğü alanında da hızla Dünya ülkeleri arasında en gerilere kaydı[56]. Ülke içinde Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Bağımsız Gazetecilik Platformu P24, İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) gibi veya yurtdışında Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Uluslararası Af Örgütü (Amnesty İnternational), Freedom House, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) gibi meslek kuruluşları veya sivil toplum kuruluşları (STK) rapor ve kayıtlarına göre ifade ve basın özgürlüğü son iki yılda dibe vurmuş vaziyette[57]. Artık Türkiye’de Erdoğan veya rejim aleyhine haber yahut bilgi paylaşmak, yayınlamak fiilen imkansızdır. Farklı renkleriyle, desenleriyle, tonlarıyla bütün basın yok edilmiştir. Bu basın özgürlüğü için sansürden öte bir felakettir. Çünkü sansürde en azından kurum mevcudiyetini muhafaza edebilmektedir. Yok edilen muhalif basın yerine, farklı isimlerle çeşitli medya kuruluşları varmış gibi gösterilmektedir. Nitekim bazen farklıymış gibi görünen gazeteler aynı manşetle çıkmaktadır. Bu fiili durum kamuoyunda ‘havuz medyası’ olarak isimlendirilmektedir. Bu unvan ve ismin yerleşmesi, Erdoğan’ın medya kuruluşlarını ele geçirmek için yandaş iş adamlarından topladığı paralarla havuz oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte bu konuda herkes aynı fikirde değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan 09/01/2018 tarihinde, ertesi gün kutlanacak olan ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ vesilesiyle yayınladığı mesajında, Türkiye’nin basın özgürlüğünde dünyanın önde gelen ülkeleri arasında olduğunu belirtti[58].

2.     15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi

Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini gerekçe göstererek bazı uluslararası yükümlülüklerini askıya aldığını açıklamış ve ülke çapında olağanüstü hâl ilan etmiş, buna bağlı olarak temel hakların hemen hepsinde kısıtlamalar yapılmıştır. Erdoğan, hükümet ve taraftarları darbe teşebbüsünü Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi’nin organize ettiğini iddia ederken, Fethullah Gülen bunu reddetti ve uluslararası bir komisyon kurulup konunun enine boyuna incelenmesi çağrısı yaptı. Ancak bugüne değin bu teklife olumlu cevap verilmiş değil.

Konuyu daha berrak ve net şekilde görebilmek için darbe öncesi zaman dilimine de odaklanmak gerekiyor.

2.1  Darbe Girişimi Öncesi Çatışan Taraflar ve Durumları

2.1.1        Recep Tayyip Erdoğan ve Hükümet

Erdoğan, gezi parkı protestoları döneminde 01/06/2013 te İstanbul’un Kabataş semtinde, trafik lambasında bebek arabasıyla karşıya geçmek isteyen başörtülü bir hanımın, yüz kadar sarhoş ve üzerleri çıplak protestocu grubun tacizine uğradığını, hatta bazılarının kadının üzerine idrarlarını yaptığını iddia etti[59]. Tabiatıyla bu durum toplumda infiale neden oldu. Fakat sonradan bunun doğru olmadığı, böyle bir olayın gerçekleşmediği öne sürüldü. Söz konusu trafik lambasının güvenlik kamera kayıtları ortaya çıktı. Gerçekten de böyle bir olayın gerçekleşmediği anlaşılıyordu[60].

Yine Gezi Parkı protestocularının aynı tarihlerde Dolmabahçe Camii’ne ayakkabılarıyla girdiklerini, hatta içerde içti içtiklerini, buna dair ellerinde görüntülerin olduğunu iddia etti, cuma günü basınla paylaşacaklarını söyledi[61]. Tabiatıyla bu olay da özellikle mütedeyyin toplum kesimlerinde infial oluşturdu. Bu iddianın da yalan olduğu, aslında camide içti içildiğine dair görüntülerin olmadığı, hatta üzerine basılmış bira kutusuna ilişkin görüntünün de cami boşaltıldıktan sonra, ertesi günü alındığı ileri sürüldü[62]. Erdoğan’ın vaat ettiği içki içildiğine dair görüntüler bir türlü basına ve kamuoyuna sunulmadı, fakat olay sırasında orada bulunan ve “ben din adamıyım, yalan söyleyemem, içki içildiğini görmedim” diyen müezzin sürüldü[63].

2008 Aralık ayında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında yüzlerce Filistinli hayatını kaybetmişti. Amerikalı ve Avrupalı aktivistlerin kurduğu Gazze’ye Özgürlük Hareketi’nin (Free Gaza Movement-FGM) öncülüğünde saldırıların durdurulması ve Gazze’ye uygulanan deniz ablukasının kaldırılması için barışçıl bir girişim başlatıldı. Aralarında Almanya, İsveç, İsrail, Kuveyt’ten milletvekilleri, akademisyen ve yazarların olduğu 32 farklı ülkeden 700’e yakın aktivistin bulunduğu toplam 6 gemiden oluşan filo yola çıktı. Gemiler abluka altındaki Gazze’ye gıda, yiyecek, giyim, tıbbi ve inşaat malzemeleri taşıyordu. İsrail girişime karşı çıktığını ve filoyu istemediğini duyurdu. 31/05/2010 gece yarısı İsrail ordusu uluslararası sulardaki Mavi Marmara gemisine saldırı düzenledi ve 10 kişi şehit oldu[64]. Fethullah Gülen İsrail’le uzlaşma yolunu seçmenin gerektiğini ve böyle bir hareket için otoriteden izin almanın lüzumunu açıkladı[65]. Erdoğan ise 17/07/2014 de Gülen’in bu açıklamasını eleştirerek “otorite bizsek, biz zaten izni verdik” dedi. Fakat yaklaşık iki yıl sonra 29/06/2016 da ise “böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” dedi[66].

17/25 Aralık 2013 operasyonlarından sonra soruşturmaların alenileşmesi üzerine ortaya çıkan bir yolsuzluk da İzmir’in Urla ilçesinde inşaat yapmanın yasak olduğu birinci dereceden SİT alanı üzerine yapılan kaçak villalara ilişkin soruşturma oldu. Villaların Erdoğan ailesine ait olduğu iddia edildi. Hatta müteahhitle Erdoğan arasındaki ses kayıtları internete düştü. Erdoğan inşaat alanının 35 yıllık eski bir yerleşim alanı olduğunu söyledi[67]. Ancak Google Earth programı üzerindeki basit bir araştırmayla bile villaların iki yıllık olduğu ortaya çıktı[68]. Üstelik villaların kaçak olduğuna dair karar veren mahkeme heyeti, görev süreleri dolmadan ve istekleri de olmadığı halde tayin edildiler[69]. Erdoğan’ın benzer şekilde Çatalca’da ve Bodrum’da da villalarının olduğu iddia edildi[70].

24/11/2015 tarihinde Suriye üzerinde uçan iki Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri’ne ait iki savaş uçağı Türk Hava Kuvvetleri tarafından sınır ihlali yaptıkları gerekçesiyle düşürüldü. Başbakan Erdoğan önce Rus pilotların sınır ihlali yaptıklarını, tam 10 kez uyarıldıklarını belirterek aynı ihlal yapılırsa yine düşürürüz dedi. Fakat iki yıl sonra olayın Türk pilotların hatasından kaynaklandığını söyledi[71].

Erdoğan hakkında bir başka önemli tartışma diploma meselesinde yaşanmakta. İlk önce MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu TBMM de, Anayasa gereği Cumhurbaşkanı olabilmek için 4 yıllık Fakülte mezunu olmak gerektiğini, Erdoğan’ın bitirdiği okulun o tarihlerde 3 yıllık olduğunu belirterek Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi adaylık başvurusu sırasında Yüksek Seçim Kurulu’na verilen diplomanın sahte olduğunu iddia etti[72]. Hatta Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olduğunda Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) sunduğu diploma ile 2014 de Cumhurbaşkanlığı adaylığı için sunduğu diplomanın farklı olduğu, aslında her ikisinin de sahte olduğu öne sürüldü. Hatta sahte belgenin dahi alelusul hazırlandığı, mesela geçici mezuniyet belgesindeki öğrenci numarası ile diplomadaki öğrenci numaralarının birbirinden farklı olduğu, diplomada ‘Dekan’ sıfatıyla imzası bulunan Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel’in o tarihte ne dekan ne de Prof olmadığı yazıldı[73].

2016 yılı Mart ayında, Reza Zarrab ABD de FBI tarafından yakalandı ve sonrasında tutuklandı. Zarrab Türkiye ve Orta Doğu’da kurduğu paravan şirketler vasıtasıyla İran’a yönelik BM ambargosunu delmek, kara para aklamak ve ABD bankalarını dolandırmakla suçlanıyordu[74]. Oysa ki Zarrab 17/12/2013 soruşturmasıyla rüşvet ve yolsuzluk suçlamaları nedeniyle tutuklanmış; fakat hükümetin bunun bir yargı darbesi olduğunu iddia edip cadı avı başlatmasının ardından soruşturma ve yargılama yetkilileri değiştirilmiş, ardından da Zarrab serbest bırakılmıştı. Soruşturma ve yargılama sürecinde ABD deki dosyadaki delillerin, Türkiye’deki dosyada bulunan delillerle örtüştüğü anlaşıldı. Erdoğan ve hükümet çevrelerinin, Türkiye’deki delillerin sahte olduğu ve ABD ye bunların sunulduğu iddialarına karşı, ABD li yetkililer dosyadaki bütün delilleri ABD yasalarının verdiği yetkiye istinaden kendilerinin topladığını açıkladılar. Üstelik bunlar 17/25 Aralık dosyalarındaki delillerle örtüşüyordu, hatta fazlası vardı.

2016 Nisan ayında, Rusya’nın BM Daimî Temsilcisi Vitaliy Çurkin’in, Türkiye’nin Suriye’deki yasa dışı örgütlere yüklü miktarda silah ve mühimmat sağladığı, ayrıca 2 milyon dolarlık kimyasal madde gönderdiği, IŞİD’in ana silah ve askeri teknoloji tedarikçisi olduğuna dair, BM Güvenlik Konseyi’ne dosya sunduğu basına yansıdı[75].

15 Temmuz darbe teşebbüsünün arifesinde Erdoğan hem Türkiye’de hem dünyada böylesine sorunların, uluslararası ilişkileri ve dünya kamuoyunu ilgilendiren korkunç problemlerin yumağı içinde bocalıyordu. Hatta Erdoğan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmasının usulü ve yöntemi tartışılmaktaydı[76]. Suriye’li Kürt liderlerden Salih Müslim 06/07/2016 da yayınlanan röportajında “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın UCM de yargılanmasına neden olacak bütün belgeler ABD ve Rusya’nın elinde” dedi[77].

Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün yaşandığı döneme bu şartlarda giriyordu.

2.1.2        Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi

Hizmet Hareketi olarak bilinen Fethullah Gülen ve takipçileri, genel olarak dünya çapındaki eğitim, fakirlikle mücadele, hoşgörü, barış, dinler ve kültürler arası diyalog faaliyetleriyle bilinmektedir.

Erdoğan 17/25 Aralık operasyonları öncesinde Hizmet Hareketinin bütün faaliyetlerini açıkça destekliyor, yurtdışındaki okulların hamiliğini üstleniyordu. Öyle ki, mesela 07/12/2013 tarihli haberde Putin’in Rusya’daki okulları kapatmak istemesine karşılık Erdoğan’ın önlediği yazılıyordu[78]. Hemen her sene yapılan Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’ne başta Erdoğan olmak üzere hükümet üyeleri ve AKP yetkilileri mutlaka katılmak istiyor ve Hizmet Hareketi’nin faaliyetlerini hararetle destekliyorlardı.

Örneğin 16/06/2013 tarihindeki kapanış töreninde Erdoğan Hizmet Hareketi mensubu öğretmenlere yürekten şükranlarını sunmuş, “Türkçe’nin güzelliğini, barış dili Türkçe’nin o süt gibi arı temizliğini bizlere hatırlatan, bizlere ayna tutan, bizlere bizi anlatan, dost ve kardeş ülkelerin sevgili çocuklarını kutluyor, elinize, dilinize, sağlık diliyorum. Kendilerini Türkçe’ye adamış, kendilerini Türkiye’nin barış mücadelesini Türkçe olarak anlatmaya adamış, dönmek için değil kutlu bir ideal uğruna yaşatmak için, mübarek bir ideal uğruna ölmek için yollara çıkmış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum, kendilerine teşekkür ediyorum” diyordu[79]. Aynı öğretmenler için birkaç yıl sonra ise Malezya, Kosova, Gürcistan, Ukrayna, Moldova, Pakistan gibi yabancı ülkelerden, hatta BM koruması altında olanları bile gizli servis vasıtasıyla özel uçak gönderip operasyon yaptırarak Türkiye’ye getirtip silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla hapsedilmelerini sağlayacaktı[80].

Bir yıl önceki 2012 yılı töreninde de Erdoğan, “Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. Faturası çok ağırdır. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten ordan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemiyoruz. Diyoruz ki bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. Öyleyse ‘bitsin bu hasret’ diyelim” sözleriyle ABD de yaşayan Fethullah Gülen’i Türkiye’ye davet etmişti[81].

2015 Nisan’ında Fas hariç bütün Afrika ülkelerini bünyesinde barındıran Afrika Birliği, Hizmet Hareketi kuruluşlarından olan Kimse Yok Mu Derneği arasındaki anlaşma ile ‘hastaneden okula, katarakt ameliyatından temiz içme suyu projelerine, yetim projelerinden insani yardıma kadar birçok alanda yokluk ve yoksullukla mücadelede ortak hareket etme kararı alındı[82]. Ayrıca aynı anlaşma kapsamında 2020 ye kadar Afrika’da 1.000 sahra okulu yapılması konusunda mutabakata varıldı[83].

Kimse Yok Mu Derneği’nin bir başka faaliyeti 2011 yılında başlattığı ‘Selsebil Kuyuları’ adı altında Afrika’ya kuyu açma projesidir. 2015 sonu itibariyle açılan kuyu sayısı 3.000’i geçmişti[84].

Yine Kimse Yok Mu Derneği’nin fakirlikle mücadele ve yoksullara yardım faaliyetleri çerçevesinde sürdürdüğü Kurban Bayramı’nda et dağıtımı aktivitesi yapıyordu. Bu kapsamda örneğin 2015 yılında 550.000 kişiye kurban eti ulaştırmıştı[85].

Hizmet hareketi ile bağlantılı bir başka teşkilat ise Türkiye İş adamları ve Sanayicileri Konfederasyonu’dur (TUSKON). Ülkelerarası ticaretin geliştirilmesi, böylece fakir ülkelerin kalkındırılması ve fakirlikle mücadele edilmesini ilke edinen Konfederasyon 2006-2013 arasında 19 Dünya Ticaret Zirvesi gerçekleştirdi, 40 bini yerli, 30 bini misafir 70 bin iş adamını ticaret yapmak için birbiri ile buluşturdu[86].

Hiç şüphesiz Hizmet Hareketinin en parlak ve gösterişli faaliyeti, önceleri Türkçe Olimpiyatları unvanıyla başlayan Uluslararası Dil ve Kültür Festivalleridir. 2003 yılında 17 ülkenin katılımıyla başlayan şenliklere, 2016 yılı finallerine 160 ülkeden 2.500 yarışmacı katılmıştı[87]. 2007 yılında organizasyona Avrupa Dil Ödülü verildi[88].

15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen arifesinde yapılan 14. Dil ve Kültür Festivali Mayıs-Haziran aylarında 33 ayrı başkentte düzenlendi. Festivalde slogan veya tema olarak “Colours of the World / Dünyanın Renkleri” ifadesi kullanıldı[89]. Özellikle son 150 yıldır savaş, ölüm, çatışma, açlık, yoksulluk, gürültü, patırtı ve vahşetten bunalan Dünyamız için oldukça etkileyici ve heyecan verici bir vakıa. Birleşmiş Milletler Genel Kurul Salonu[90], Avrupa Konseyi binası[91] başta olmak üzere pek çok yerde ülkelerin en itibarlı binalarında ve mekânlarında gösteri sergilediler.  Üstelik Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon[92], USA Başkanı Barack Obama[93], Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande[94], Belçika Başbakanı Charles Michel[95] gibi devlet adamları ve liderler, hemen her yerde heyecanla destek verdiler ve himaye ettiler. Belçika’nın başkenti Brüksel merkez tren istasyonunda, Dünyanın bütün renklerinden müteşekkil çocuklar, barış ve birlikte yaşama kültürü adına, sembolik olarak çok büyük anlam ifade eden bir gösteri sergilediler[96]. Daha birkaç ay önce tren istasyonu ve havaalanında canlı bomba eylemiyle 34 masum ve sivil kişi hayatını kaybetmiş, iki yüze yakın kişi yaralanmıştı[97]. Elbette verilen mesaj çok anlamlıydı. Dünyanın Renkleri, Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders’in misafiri oldu, Dışişleri Konutu olarak kullanılan tarihi Egmont Sarayı’nda kahvaltı yaptılar[98]. Eurovision 2016 birincisi Jamala da Türkçe Olimpiyatları’na katılarak birincilik şarkısını seslendirdi[99]. Bu çaptaki bir başarı, itibar ve şeref yazılı tarihte hiçbir insana nasip olmamıştır.

15 Temmuz 2016 başarısız darbe teşebbüsüne gelindiği dönemde Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi’nin durumu böyleydi.

2.2  Olaylar

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 akşamı geç saatlerde televizyonlar İstanbul Boğaziçi köprüsünde yolun bir tarafının askerler tarafından kapatıldığını, darbe teşebbüsü olduğunu duyurdu. Her şeyden önce Türkiye daha bir asır bile olmayan kısa tarihinde pek çok gerçek darbeye sahne olmuştur. Darbe başkentte ve hükümet yetkililerine karşı, gece yarısından sonra herkesin uykuda olduğu saatlerde yapılırdı. Bu kez İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nde, üstelik sadece tek yönü kapatılarak, iş ve mesai çıkışı insanların ve trafiğin en yoğun olduğu zaman diliminde yapılıyordu. Saatler sonra Ankara’da hareketlilik başladı, fakat gerçek darbeyle örtüşmeyecek tuhaflıkları yaşandı. Mesela TRT binası sadece 8-10 askerle basılmış[100], sadece kapalı alanında binden fazla odası bulunan Cumhurbaşkanlığı sarayını da çok az sayıda er basmıştı.
Gece boyunca Ankara semalarında dolaşan ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni de hedef alan F16 savaş uçakları nedense sadece Saray’ın bahçesini isabet ettirebilmişti. En önemli ve büyük hasar TBMM de yaşandı. Millet iradesinin yegâne temsil mekânı olan Parlamento bombalandı. Ancak hasar üzerinde inceleme yapan uzmanlar bunun uçaktan atılan bombalardan daha çok C4 patlayıcılarla oluşabileceğine işaret etti[101].

2.3  Tepkiler ve Sonuçlar

Daha olaylar devam ederken Erdoğan İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı açıklamada doğrudan darbe girişiminin Paralel Devlet Yapılanmasının bir teşebbüsü ve bunların ordudan temizleyebilmek için Allah’ın kendilerine bir lütfu olduğunu, bu yapının silahlı terör örgütü olduğunun da böylelikle açığa çıktığını açıkladı[102]. Oysa ki daha hiçbir soruşturmanın sonuçlanacağı ve bir kanaat oluşacak zaman dahi geçmediği gibi, Ankara’da uçaklar hala şehir üzerinde uçuyordu. Üstelik sonraki süreçte Erdoğan darbe teşebbüsümü ilk önce saat kaçta, nasıl ve kimden öğrendiğine dair birbiriyle çelişen tam 5 ayrı beyanda bulunacaktı[103].

Darbe teşebbüsünün gerçekleştiği gece yarısında televizyonlarda 140 Yargıtay üyesi, 40 kadar Danıştay üyesi, binlerce hâkim-savcı hakkında gözaltı kararı verildiği alt yazı olarak geçiyordu. 5000 civarı hâkim-savcının, yüksek mahkeme üyelerinin neredeyse 1/3 ü önce darbe teşebbüsü nedeniyle, sonra da bundan vazgeçilerek silahlı terör örgütü üyeliği itham ve isnadıyla meslekten ihraç edildiler, çoğu tutuklandı. Bunlar yapılırken hâkim-savcılar için 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu 88 de, Yüksek mahkeme üyeleri için de teşkilat kanunlarında belirtilen hiçbir usul ve esasa uyulmadı.

Olağanüstü hâl ilan edildi, onlarca Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. 2018 Mart itibariyle, en az 160.000 kişi hakkında gözaltı işlemi uygulandı; 112.679 kişi kamu görevinden ihraç edildi; özel eğitim kurumlarında çalışan 22.474 kişinin çalışma lisansı iptal edildi; 1064 eğitim kurumu, 360 özel kurs, 847 özel öğrenci yurdu, 47 özel sağlık merkezi, 15 özel vakıf üniversitesi, 2 konfederasyona bağlı 29 sendika, 1419 dernek, 145 vakıf, 174 medya ve yayın kuruluşu kapatıldı[104]. Süreçten en çok etkilenen erklerin biri de yargıdır; 4.000 in üzerinde hâkim-savcı ihraç edildi[105]. 150’den fazla gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde[106]. Hatta insan hakları savunucuları dahi cadı avından nasibini aldı ve hak ihlallerini dile getirmelerinden ötürü tutuklanma ve yargılanma, hapis cezası alma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı[107].

Bir başka dikkat çekici husus Parlamento’da darbe teşebbüsünün araştırılması ve görüşülmesine iktidarın ayak diremesidir. Darbe teşebbüsünün araştırılması için komisyon kurulmasına 26/07/2016 da karar verildi. Fakat iktidar partisi AKP komisyona 19/08/2016 da üye bildirdi. Komisyon 04/10/2016 da çalışmalarına başlayabildi[108]. Komisyon çalışmalarını ek süre almadan 04/01/2017 de bitirdi. Rapor 26/05/2017 de yazıldı, 12/07/2017 de TBMM ne teslim edildi[109]. Oysa darbe teşebbüsü gibi önemli bir vakıada, delillerin bir an önce toplanması ve olayın aydınlanması için acele edilmesi gerekiyordu.

Komisyon olaylar sırasında görevi başında ve faal olan MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar başta olmak üzere önemli isimleri dinlemedi[110]. Muhalefet milletvekilleri raporun darbe girişimini araştırmadığını ileri sürerek, darbe girişiminin siyasi ayağının ortaya çıkarılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge verdiler. Ancak iktidar milletvekillerinin oylarıyla önerge reddedildi[111].

Önemli başka bir konu da darbe teşebbüsü gecesi hayatını kaybedenlerin otopsilerinin[112] ve ele geçen silahların balistik incelemelerinin yapılmamasıdır[113].

Erdoğan ve hükümet darbe teşebbüsünün baş sorumlusu olarak gösterdikleri Fethullah Gülen’i ABD den istediler[114]. 24/08/2016 da Türkiye’ye gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ortak basın toplantısı düzenledi. Erdoğan darbeyi Gülen’in yaptığına dair 85 koli delil yolladıklarını açıkladı. Aynı basın toplantısında Biden ise, ABD’nin 225 yıldır Anayasa ve yasalarla yönetildiğini, ABD nin kuvvetler ayrılığına dayalı bir hukuk devleti olduğunu, Gülen’in darbeyle ilişkisi hakkında hiçbir somut delil sunulmadığını, sunulursa yargının gereğini yapacağını, sırf siz sevmiyorsunuz diye kimsenin iade edilemeyeceğini, Başkan bile bu şartlarda iade kararı verse görevden alınacağını söyledi[115]. Bütün bunlara rağmen, bugüne değin Erdoğan ve hükümet somut olarak herhangi bir delil paylaşmış değil.

Fethullah Gülen’e gelince, 17 Temmuz 2016 tarihinde yayınlanan gazetecilerle röportajında, 20 yıl önce demokrasi ve cumhuriyeti geri dönüşü olmayan bir süreç olarak açıkladığını, hala aynı düşüncede olduğunu, o tarihte şimdiki hükümet yanlılarının kendisini eleştirdiğini; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 dahil olmak üzere bütün darbelerini yaşadığını, hayatı boyunca darbelerden çektiğini, bu yüzden darbeye taraftar olamayacağını; yaşananların gerçek bir darbeden çok, Erdoğan’ın muhaliflerini kolayca tasfiye edebilmesi için hazırlanmış bir filme ve senaryoya benzediğini söyledi. Uluslararası bir organizasyonun konuyu tahkike almasını teklif etti, çıkacak sonuca yalan bile olsa razı olacağını belirtti[116].

Bir yıl sonra başka bir röportajında 15 Temmuz için uluslararası bir komisyon kurulması teklifinde ısrarcı olduğunu açıkladı; “BM, Avrupa Birliği, NATO vs hangisi olursa olsun, bunu araştırmak için bağımsız bir komisyon kursunlar. Bu komisyona ben de ifade vermeye hazırım” dedi. Ayrıca “Bu darbe tiyatrosunda yer alanların içinde Hizmet’e sempati duyan birileri olup olmadığını bilmiyoruz. Bunların arasında Hizmet’e sempati duyanlar varsa Hizmet’in temel değerlerine ihanet etmiş demektir” açıklaması yaptı[117].

Erdoğan veya hükümet 15 Temmuz için uluslararası komisyon teklifine de bugüne değin cevap vermiş değil.

Konu hakkında uzmanlığı ve yetkinliği olan uluslararası makam ve kuruluşlar ise darbe ile Gülen’i ilişkilendirebilecek herhangi bir bulgu açıklamadıkları gibi, tam aksine şüphelerin Erdoğan üzerinde yoğunlaştığını açıkladılar. Mesela,

  • Alman Focus dergisi yayımladığı bir haberde, İngiliz istihbaratının teşebbüsün ilk saatlerinde, hükümet yetkililerinin haberleşmelerini izlemeye aldığını, Türk istihbaratının üst düzey yetkililerinin ‘darbe Gülen’e yıkılsın, yarın temizlik başlasın’ şeklindeki mailini yakaladığını yazdı[118];
  • İngiliz The Times gazetesi, Avrupa Birliği istihbarat merkezi Intcen tarafından darbe girişimiyle ilgili 2016 Ağustos ayında hazırlanan raporda, Erdoğan’ın ordu içinde kendine muhalif kişileri tasfiye etmeyi 15 Temmuz öncesinde planladığının belirtildiğini yazdı[119];
  • Alman istihbarat uzmanı Erich Schmitdt ‘yaşanan sözde darbe girişimi Erdoğan tarafından gerçek bir darbeye engel olmak için gerçekleştirildi’ açıklaması yaptı[120];
  • NATO kaynaklarına istinaden, darbenin Erdoğan tarafından tezgahlandığı belirtildi[121];
  • İngiltere Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, Gülenciler ’in darbedeki rollerine dair yeterli bilgi olmadığı belirtilerek, “Gülen cemaatinin İngiltere tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesini haklı gösterecek kanıta sahip değiliz” denildi[122];
  • Ayrıca Gülen ve Hizmet hareketini bitirmek için en az Erdoğan kadar istekli ve süreçte Erdoğan’ın ortağı olan Doğu Perinçek katıldığı bir TV programında “Ben ‘Fethullah GÜLEN terör örgütü’ demedim. O bir suç örgütü. Cemaatten söz ettim. Yani ille suçlu olmasına gerek yok. İlle darbeye katılmış olmasına gerek yok. Ama bu yapıyla bir bağlantıları, ideolojik beraberlikleri, ortak amaçları falan filan olan, bunlar kesinlikle temizlenmelidir” dedi[123].

3.     Hizmet Hareketi ve Fethullah Gülen

Fethullah Gülen yaşı seksene dayanmış ömrünü vaazlarla, sohbetlerle, yazılarla geçermiş bir fikir ve din adamıdır. Kendi ifadesiyle bütün maksadı Kur’anî makuliyete bağlı olarak yapılan işlerde, her türlü fedakarlığa katlanıp vatana, millete ve insanlığa hizmet etmektir[124]. Hizmet Hareketi cehalet, fakirlik ve ihtilafla mücadele maksadıyla gönüllülerin bir araya geldiği camia olarak tanımlanabilir[125].

Hareketin lideri Fethullah Gülen’in tavsiyelerine uyan, vaazlarını, sohbetlerini dinleyerek ikna olan veya etkilenen insanlar eğitim, kalkınma ve kaynaşma alanlarında çok çeşitli faaliyetler yürütmekte, müessesseler işletmektedirler.

3.1  Eğitim ve Kültür

Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi, temel hedef olarak belirlenen 1) cehalet, 2) fakirlik ve 3) ihtilafla mücadelenin evleviyetle ve öncelikle eğitimle mümkün olacağı düşüncesinden hareketle en önemli gayreti ve himmeti bu sahaya hasretmişlerdir. Nitekim 1980 lerde Türkiye’nin pek çok ilinde yurt, özel okul, öğrenci evi hizmete sunulmuş; 1990 lardan itibaren Hareket yurt dışına açılmıştır. 2018 itibariyle 170’den fazla ülkede, iki bine yakın özel okul, 20’den fazla üniversite ile bütün dünyanın çocuklarına ve insanlarına eğitim hizmeti verilmektedir. Hemen her yerde Hizmet Hareketi müesseseleri ve görevlileri üstün başarılara imza attılar, kısa sürede ülkenin gözde ve önde gelen kurumları arasında girdiler.

Tabiatıyla bu başarılarından ve yerelde gönüllere girmelerinden ötürü, daha fazla müessese ve hizmet taleplerine muhatap oldular. Pek çok yerde okullar, kapasitelerinin çok üstünde taleple karşılaştıklarından girişler sınava bağlandı. Mesela Türk Hükümeti tarafında cadı avı başlatılmadan önce Afrika Birliği ile Afrika’da 1.000 okul açılması için anlaşma imzalamışlardı[126].

Hizmet Hareketi okullarında yetişen öğrencilerin başta bilim olimpiyatları olmak üzere hem ulusal düzeyde hem de uluslararası alanda pek çok ödüller aldı ve madalya topladılar.

Eğitim, hem fakirlikle mücadele hem de dünyadaki ihtilafların ve çatışmaların diyalog ve diplomasiyle, barış ve demokrasiyle çözüme kavuşturulabilmesi için de başat rol oynamaktadır. Bu kapsamda Hizmet Hareketinin “Dünyanın Renkleri-Colors of The World” betimlemesi ve tanımlamasıyla her yıl düzenlediği ve geleneksel hale getirdiği Uluslararası Dil ve Kültür Festivali oldukça önemlidir. Bu festivallerde her ülkenin kendi geleneklerinin, dilinin, folklorunun, kültürünün tanıtılması ayrıca ve özellikle önemlidir.

Dolayısıyla farklılıkların ayrıcalık, ayrımcılık, ihtilaf ve çatışma nedeni değil; bilakis zenginlik vesilesi ve tanışma, kaynaşma, dayanışma sebebi haline getirilmesinde Hizmet Hareketi okullarının ve faaliyetlerinin katkısı oldukça fazladır.

Eğitim başlığı altında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) gibi kuruluşlar vasıtasıyla bilime, kültüre, araştırmaya ve demokratik müzakereye yapılan katkıları da vurgulamak gerekir. GYV önceleri Türkiye’de en soldan en sağa kadar düşünce yelpazesinin bütün renklerinde veya dilimlerindeki uzmanları, bilim insanlarını, aktivistleri, sanatçıları bir araya getirerek ülkenin, toplumun veya insanlığın problemlerine çözüm arayışı maksadıyla pek çok panel, konferans, seminer, sempozyum gibi aktivitelere imza atmıştır. Öyle ki ‘Abant Platformu’ veya ‘Abant Toplantıları’ unvanıyla ünlenen bu oluşum gelenek haline gelmiş, her yıl yeni spesifik bir meselede sorun bütün teferruatıyla ele alınmış, neticede topluma, kamu kurumlarına, bilim camiasına, insanlığa ve ilgili bütün muhataplara çözüm önerileri, teklifler, bulgular, görüşler bilimsel ve akademik evsafta eser haline getirilerek kamuoyuna sunulmuştur.

3.2  Fakirlikle Mücedele

Gülen Hareketi’nin eğitimden sonra ikinci önemli hedefi ve gayesi fakirlikle mücadeledir. Bu da bir taraftan ticaretin geliştirilmesi, diğer taraftan da yoksul ve fakir kesimlere yardım eli uzatmakla gerçekleştirilebilir. Hizmet gönüllüleri her iki alanda kısa sürede oldukça başarılı eserler ve aktiviteler ortaya koymuşlardır.

Örneğin Kimse Yok Mu Derneği 2007 de Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına faaliyette bulunan dernekler arasında sayılmış; BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC) Danışman üyeliğine kabul edilmişti. Dernek, yukarıda değinildiği gibi, mesela Afrika’da dört sene içinde 3.000’inden fazla kuyu açtı[127]. Derneğin bundan başka dünya çapında gıda yardımı, giysi ve kıyafet yardımı, Müslümanların oruç tuttuğu Ramazan ayında gıda paketi yardımı, Kurban Bayramı’nda et dağıtımı gibi pek çok faaliyetleri de vardır.

Sosyal yardım, dayanışma ve insani yardım bağlamında Kimse Yok Mu Derneği veya benzeri kuruluşlarla yahut kermes gibi olaya, zamana yahut zemine münhasır organizasyon faaliyetleri yürüten Hizmet Hareketi ekonomik ve ticari bakımdan da başarılı uygulamalar geliştirmiştir.

Bunlardan ilk akla gelen ticaret ve sanayi alanında Türkiye İş adamları ve Sanayicileri Konfederasyonu’dur (TUSKON), bankacılık sektöründe Bank Asya’dır. TUSKON 2006-2013 arasında 19 Dünya Ticaret Zirvesi gerçekleştirdi, 40 bini yerli, 30 bini misafir 70 bin iş adamını ticaret yapmak için birbiri ile buluşturdu[128]. Bank Asya’da cadı avı kapsamında Hükümet tarafından el konulacağı 2015 Mart ayına kadar Türkiye’nin en güçlü bankaları arasında idi[129].

3.3  Diyalog, Barış ve Hoşgörü

Yeryüzünün huzur ve barış içerisinde yaşanabilir bir ortam haline getirilmesi, savaşların, çatışmaların sona erdirilmesi, bu mümkün olmasa dahi en aza indirgenebilmesi, karşılıklı ilişkilerin ve iletişimin, hoşgörünün ve diyaloğun geliştirilmesine bağlıdır. İhtilafların ve çekişmelerin, çatışmaların kan dökülmeden çözüme kavuşturulması, anlaşmayla sonuçlanması hiç şüphesiz gelecek kuşaklara bırakılabilecek en iyi mirastır.

Hizmet Hareketi bu bağlamda ve kapsamda da oldukça önemli işlere ve icraatlara imza atmıştır. Örneğin binlerce yıldır semavi dinler arasında en önemli ihtilafların, çekişmelerin ve çatışmaların sebebi olan Kudüs hakkında Fethullah Gülen 09/02/1998 de Papa ile görüşmesi sırasında, ‘Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerin, hiçbir kısıtlama, hattâ vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebilecekleri uluslararası bir bölge ilan etme; Üç büyük din mensuplarının işbirliğiyle ilki ABD’de olmak üzere, muhtelif başkentlerde konferanslar düzenleme; Harran’da üç büyük dinin ihtiyaçlarını temin edecek bağımsız bir üniversite kurma ve İslâm ve Hıristiyan dünyasıyla öğrenci değişimi sağlama’ teklifinde bulundu[130].

Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketinin diyalog, barış ve hoşgörünün sağlanması faaliyetleri kapsamında, dinler arası diyalog, medeniyetler buluşması, Papa ile görüşme[131], keza Uluslararası Dil ve Kültür Festival(ler)i özellikle sayılmalıdır.

3.4  Fethullah Gülen veya Hizmet ve Terör

17/25 Aralık 2013 tarihinden bu yana Türkiye’de sürdürülen cadı avında muhalifler ‘silahlı terör örgütü’ isnadı ve ithamıyla tavsif edildiğinden Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi’nin terör konusundaki fikirleri ve yaklaşımının irdelemesi gerekir.

Pek çok Müslüman aydının ve akademik çevrelerin İslamiyetin demokrasi ile bağdaşıp bağdaşmayacağı konusunda şüpheler ortaya koyduğu, hatta karşı çıktığı dönemde, Fethullah Gülen açıkça demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana tavrını koymuştur. 29/06/1994 tarihinde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluş gecesindeki konuşmasında “demokrasiden geriye dönüş yok” demişti[132]. Nitekim Gülen darbe teşebbüsünün ertesi günü basına ilk demecinde bunu hatırlatacak, şimdiki hükümet çevrelerinin o dönemde bu söyleminden dolayı kendisini eleştirdiklerini hatırlatacaktır[133]. Fethullah Gülen bu düşüncesini farklı zamanlarda ve zeminlerde, değişik vesilelerle sürekli ve defalarca tekrarlayacak, demokrasi ve hukukun üstünlüğü vurgusu yapacaktır.

Fethullah Gülen’nin net tavırlarından birisi de canlı bomba eylemleri ve ABD 11/09/2001 İkiz Kuleler saldırısı[134] veya benzer canlı bomba eylemleri hakkındaki görüşleridir. Gülen, pek çok masum insanın hayatına mal olan ve Müslümanlara veya Müslümanlığa mal edilen her eylem sonrası, gecikmeksizin hep aynı cevap ve tepkiyi vermiştir: “Müslüman terörist, terörist de Müslüman olamaz”[135]

Gülen, hukukun üstünlüğü ve insan hakları[136], cumhuriyet[137], laiklik[138], devlet ve şeriat[139], demokrasi[140], siyaset[141], cihad, terör ve canlı bomba eylemleri[142] gibi kavramlar, konular ve uygulamalar hakkında fikirlerini açıklıkla 30, 40 yıldır medyada defalarca dile getirmiştir. Görüşlerinde baştan sona hiçbir sapma ve değişiklik de görünmemektedir.

4.     Fethullah Gülen ve Kaziyye-i Muhkeme

Hizmet Hareketi’ne yönelik adlî soruşturmalarda, meclis araştırmalarında, idarî tahkikatlarda sürekli ‘1970 lerde kurulan, eğitim, yoksullukla mücadele, hoşgörü ve diyalog, Türkçe olimpiyatları gibi söylemlerle taraftar toplayıp, Bank Asya, TUSKON, Kimse Yok Mu Derneği gibi kuruluşlarla faaliyetlerini yürüten, sonunda yeterli güce ulaştığını düşününce 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren silahlı terör örgütü’ algısı yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Emniyet birimlerindeki, adliyelerdeki yüzbinlerce dosyada, fezlekelerde, iddianamelerde, gerekçeli kararlarda; TBMM’de 15 Temmuz’la alakalı rapor ve metinlerde; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın rapor ve görüşlerinde hep bu argüman ve fikir silsilesi kullanılmaktadır.

Öncelikle bu söylem, en başta hukuk, suç, adalet, kanunilik kavramlarıyla ve ilkeleriyle çelişmekte ve kendi aleyhine delil olmaktadır. Çünkü hak, hukuk, adalet, suç ve ceza kelimeleri, kavramları hakkında yüzeysel de olsa azıcık bilgisi olan bilir ki, hayatta ve yer yüzünde asıl olan bir şeyin, hareketin, davranışın, varlığın, nesnenin serbest, mübah ve caiz olmasıdır. Eğer bir nesne veya davranış suç olarak kabul edilecekse, bunun önceden kanunla belirtilmesi ve tanımlanması, bunun usulüne uygun duyurulması, bundan sonra söz konusu nesne veya davranış ortaya çıkarsa adlî işlem yapılması gerekir. 1970 lerden başlatılarak 15 Temmuz’da sonlandırılan ve ‘terör eylemi’ veya ‘terör örgütünün delili’ olarak gösterilen eylemlerin, işlemlerin, davranışların, faaliyetlerin hemen hepsi hiçbir kanun hükmüyle yasaklanmamış, suç olarak düzenlenmemiş olgulardır. Aksine hepsi de ahlaken, sosyolojik olarak, insanî yönden takdir edilmesi ve alkışlanması gereken faaliyetlerdir. Çünkü hemen hepsi ya eğitime ya fakirlikle mücadeleye veya insanlar arasındaki ihtilafların giderilmesi ve insanların birbirleriyle görüşüp kaynaşmasına, böylece yeryüzünün daha müreffeh bir ortama dönüştürülmesine matuftur.

İkincisi, Fethullah Gülen hakkında 1971 Muhtırasını takiben, 1980 Darbesi sonrası, 28 Şubat 1997 döneminde, aynı şekilde ‘devleti ele geçirmek istediği, irticaî faaliyetlerde bulunduğu, gericilik yaptığı, anayasal düzeni yıkmak istediği’ iddia ve isnatları ile soruşturmalar ve kovuşturmalar yapılmıştır. Bunların hemen hepsi takipsizlik, beraat veya davanın düşürülmesi ile noktalanmıştır.

En son Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 31/08/2000 tarih ve 192-141 sayılı iddianamesi ile Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM), ‘terör örgütü kurmak ve yönetmek’ iddiası ile 3713 sayılı Kanun 7/1-1 gereği cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış; 2 Nolu DGM 4616 sayılı Kanun 1/4 gereği ‘kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine’ karar vermiş; yerel savcının itirazı 1 Nolu DGM tarafından da reddedilip karar kesinleşmiş; bu arada 4928 sayılı Kanun’la 3713 sayılı Kanun’da yapılan değişiklik üzerine sanık müdafinin 07/03/2006 tarihli dilekçesi ile dosya Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (AğCM) tarafından ele alınmış, yapılan uyarlama yargılaması sonucu Esas No: 2000/124, Karar No: 2003/20 sayılı kararla beraata hükmedilmiştir.

Hükmün gerekçesinde “sanık ve ilişkilendirildiği kuruluşların anayasal düzeni değiştirme amacının sabit olmadığı, sanığın bu hususa yönelik açık bir beyan ve ikrarının bulunmadığı, böyle bir amacının olduğu iddiasının yorum ve çıkarsamalara dayandığı, bu amacın varlığının kabulü halinde dahi cebir ve şiddet yöntemlerini benimsediği, cebir şiddet kullandığı ve bu konuda müstakil suç teşkil eden herhangi bir eylemde bulunduğunun tesbit edilmediği, bu hususta delil bulunmadığı, aksine devlet yanlısı tutumu nedeniyle dini motifli radikal terör örgütleri tarafından dahi tehdit edildiği, … bu haliyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1. maddesinde tarif edilen şekilde bir terör eylemi ve terör örgütünün bulunmadığı, dolayısıyla yasanın 7/1. maddesinde belirtildiği şekilde örgüt kurmasının ve yönetmesinin de söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır” denilerek “3713 sayılı Yasada 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik dikkate alınarak, dosya kapsamı ve yapılan yargılama neticesinde sanık F…… G….’ in sübut bulmayan ve unsurları oluşmayan atılı suçtan BERAATINA..karar verilmiştir.”

Hüküm, yerel Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 05/03/2008 tarih ve 60083-1328 sayılı ilamıyla onanmıştır. Bu kez Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’nın itirazı üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na (CGK) gelmiş; CGK 28/11/2001 tarih ve Esas No: 2008/82, Karar No: 208/181 sayılı ilamı ile “uyarlama yargılaması statü ve kuralları itibariyle usulen kabulüne olanak bulunmadığından, vaki itirazın ve konu hükmün sair yönleri incelenmeksizin itirazın reddine karar” vermiştir.

Görüldüğü gibi, hukuk ve yargılama bilimi gereği, en azından iddianame tarihi olan 31/08/2000 tarihinden önceki eylemler bakımından beraata ilişkin kazıyye-i muhkeme, yani kesin hüküm vardır. Bir kişinin aynı eylem veya eylemler nedeniyle birden fazla yargılanamayacağı ise hukuk nezdinde mutlak bir kuraldır. Dolayısıyla ‘1970 lerde kurulan ve giderek gelişen örgüt’ kurgusu boşa düşmektedir. Hukuk hakkında yüzeysel bilgisi olanların dahi bildiği bu gerçekliği, bahsedilen zevatın bilmediği düşünülemez. O halde olanlar hakkında tek seçenek olarak, devlet erkini ve hukuku kötüye kullanarak belirli bir kişi ve topluluğu yok etmek gayreti akla gelmektedir.

5.     Silahlı Terör Örgütü İddia ve İsnadı

5.1  Genel Olarak

Türkiye’de 17/25 Aralık 2013’den beri Fethullah Gülen ve liderliğindeki Hizmet Hareketi hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda, ‘1970 lerde kurulan, yeterli güce erişene kadar dindarlık, hoşgörü, diyalog, yardımseverlik argümanlarını kullanan bir yapı’ olarak vasıflandırılmakta, en son 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsü ile de ‘yeterli güce eriştiğini zanneden yapının darbeye teşebbüs ederek bir silahlı terör örgütü haline geldiği’ kurgusu ve fikir silsilesi öne sürülmektedir. Bu mantık silsilesi başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Adalet Bakanları, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz olmak üzere devletin idarî ve adlî üst düzey yetkilileri tarafından açıkça dile getirilmekte, hem de soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından hemen bütün iddianamelere ve gerekçeli kararlara yazılmaktadır.

Türkiye’de 17/25 Aralık 2013’den sonra Erdoğan ve Hükümet, Hizmet Hareketi hakkında cadı avı başlatıp bunu sürek avına dönüştürmüş, bütün kaynaklarını ve imkanlarını bahsedilen Hareket ile mücadeleye sarf eder hale gelmiştir. Bununla beraber Erdoğan ve Hükümet’in Hizmet Hareketi’ni ‘terör örgütü’ olarak tavsifi 2016 yılı Mayıs ayının sonu, ‘silahlı terör örgütü’ olarak tanımlamaları ise en erken 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrası, 16 Temmuz gece yarısıdır.

26/05/2016 tarihli MGK toplantısından sonraki resmî açıklama “millî güvenliğimizi tehdit eden ve bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirler görüşülmüştür” şeklindedir[143]. Bir gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27/05/2016 tarihinde Kırşehir’de yaptığı konuşmada, “Dün (MGK’da) yeni bir karar daha aldık. Legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fetullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararını aldık ve Hükümete gönderdik. Şimdi Hükümetten de Bakanlar Kurulu kararı bekliyoruz. Bunların terör örgütü olarak tescilini de gerçekleştireceğiz. PYD ne ise, YPG ne ise, PKK ne ise bunlar da aynı kategoride yargılanma sürecinin içerisine girecekler” demiştir[144].

30/05/2016 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan KURTULMUŞ yaptığı açıklamada “Paralel Devlet Yapılanması ilk kez MGK toplantısında tavsiye kararı olarak bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş ve bundan sonraki mücadelenin ana çerçevesi de bir terör örgütü ile mücadele şekline getirilmiştir. Dolayısıyla bunun gerektirdiği her şey hem Hükümet tarafından hem gerekli yargı birimleri tarafından yerine getirilecek, uygulama aksatılmadan sürdürülecektir” açıklaması yapmıştır[145].

Cumhurbaşkanı Erdoğan 15.07.2016’yı 16/07/2016’ya bağlayan gece, saat 03:21 sularında İstanbul Atatürk Havalimanı’nda, daha teşebbüsün devam ettiği saatlerde halka hitap ederken, bu grubun “silahlı terör örgütü olduğu açığa çıkmıştır” dedi[146]. ‘Bu grup’ beyanıyla Hizmet Hareketi’ni kast ettiği izahtan ve tereddütten varestedir.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın da Türkiye’nin “15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yeni bir terör örgütü ile karşı karşıya olduğunu” 19 Ağustos 2016 tarihinde ifade etmiştir[147].

HSYK 1. Daire Başkanı Mehmet YILMAZ 22/09/2016 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda “Biliyorsunuz bu örgütün silahlı terör örgütü olup olmadığı konusunda tartışma vardı. Bunun kriminal hale gelmesi için silahlı terör örgütü tespitinin yapılması gerekiyordu. … O gün (15 Temmuz 2016), darbe gecesi bu örgütün terör örgütü olduğu yönünde ayan beyan, kimsenin karşı çıkamayacağı deliller çıkınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanunu’nun örgüt üyeliği suçunu düzenleyen 314. Maddesi gereği soruşturma açtı” beyanında bulundu[148].

Benzer açıklamalar Başbakan Binali YILDIRIM, Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ, Bülent ARINÇ gibi pek çok önemli devlet adamları, iktidar partisi olan AKP yetkilileri, ayrıca soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından da yapılmıştır.

Başta Erdoğan olmak üzere iktidar çevreleri, yakın zamana kadar Hizmet Hareketi’ni takdir etmelerini, hatta övmelerine ve birlikte hareket etmelerine gerekçe olarak aldandıkları ve kandırıldıkları savunmasını yapmaktadırlar.

5.2  17/25 Aralık 2013 Tarihinin Milat Olarak Kabulü

Görüldüğü gibi devlet erkanı ve yargılama yetkililerinin paradigması ‘Hizmet Hareketi 1970 lerde kuruldu, yeterli güce erişinceye kadar gerçek yüzünü gizledi; yeterli güce erişince 17/25 Aralık 2013 operasyonlarıyla Hükümet’e yargı darbesi yapmaya teşebbüs etti; 15 Temmuz 2016 da da askeri darbe teşebbüsünde bulunarak silahlı terör örgütü haline geldi’ şeklindedir.

Nitekim hemen bütün soruşturma ve kovuşturmalarda 17/25 Aralık 2013 tarihi milat olarak kabul edilmekte[149], bu tarihten sonra Hizmet Hareketi’nin okullarında çocuk okutmak; otellerinde veya kaplıcalarında kalmış olmak; hastanelerinde tedavi görmek; dergi, gazete abonesi olmak veya okumak; Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışta bulunmak; sohbetlerine katılmak; kermese gitmek; cep telefonu uygulaması ile veya elden yahut bankadan derneğe, vakfa bağışta bulunmak; üzerinde, evinde, arabada 1 $ bulundurmak; Facebook veya Twitter gibi sosyal medya uygulamalarından Erdoğan veya Hükümet aleyhine paylaşımda bulunmak, 17/25 yolsuzluk soruşturmalarının sonuçlanmasını istemek veya bu yöndeki bir paylaşımı beğenmek; HSYK seçimlerinde belli bir adaya oy vermek veya bazılarına oy vermemek; HSYK, Anayasa Mahkemesi kararlarında muhalefet şerhi yazmak; 17/25 Aralık 2013 – 15 Temmuz 2016 arası dönemde, darbe teşebbüsü sonrası olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri (KHK) ile ihraç edilen kişilerin cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermiş olması; yahut aynı dönemde sonradan ihraç edilmiş kişileri telefonla aramış olmak; ankesörlü telefondan aranmış olmak; ByLock isimli cep telefonu uygulamasını indirmiş olmak; telefonunda ByLock bulunan biri tarafından aranmış olmak (Cumhuriyet Gazetesi’nden Gazeteci Kadri Gürsel); Bank Asya’ya para yatırmış olmak ve benzeri faaliyet ve eylemler ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ için delil olarak kabul edilmekte, dava açılmakta ve mahkumiyet hükmü kurulmaktadır.

Ancak bu mantık ve muhakeme silsilesi pek çok sakatlıkları ve hataları barındırmakta ve kendi aleyhine delil oluşturmaktadır.

5.3  Türk Terör Mevzuatı

Her şeyden önce evrensel kabul gören kurallara, içtihatlara ve ilkelere göre, bir grup veya topluluğun ‘terör örgütü’ olarak vasıflandırılabilmesi için 1) hükümet ve terörle mücadele için görevlendirilmiş teşkilatlar tarafından duyurulup onlarla mücadele edilmesi; 2) bağımsız ve tarafsız sıfatlarını haiz bir yargı kuruluşu tarafından yargılama faaliyeti sonucu bu tespitin yapılması ve bunun itiraz, temyiz gibi kanun yolu safahatından geçerek kesinleşmesi ve 3) nihayet dış dünyada da bunun kabul görebilmesi için BM gibi uluslararası yetkinliği olan resmi kuruluşlar tarafından da yargı ve tespitin kabul edilmesi gerekmektedir. Somut olayda hiç birisi gerçekleşmemiştir.

Türk ceza mevzuatında terör ve terör örgütleri 3713 Terörle Mücadele Kanunu (TMK), 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun (TFÖK) ile düzenlenmiştir. TFÖK madde 3 ile TMK ve TCK da sayılan eylemlerin yanı sıra BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmede yer verilen eylemler ile aynı Sözleşmenin ekinde yer alan dokuz adet uluslararası sözleşme ve protokolde sayılan eylemlerin finansmanı da terör kapsamına alınmıştır.

TCK 220 ‘Suç İşlemek Amasıyla Örgüt Kurmak’ başlığıyla suç örgütünü, 314 ise ‘Silahlı Örgüt’ başlığı ile silahlı terör örgütünü tanımlamış ve düzenlemiştir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Erdoğan cadı avı başlatana kadar, suç örgütleri ile silahlı veya silahsız terör örgütleri konusunda hem yürütme uygulamaları hem de yargı içtihatları bakımından Türkiye’deki tatbikat başta BM, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Birliği Adalet Divanı gibi uluslararası siyasi kuruluşlar veya yargı teşkilatlarının uygulama ve içtihatlarıyla büyük oranda örtüşmekteydi.

3713 sayılı TMK 1 ve 7 ile 5237 sayılı TCK 314’e göre silahlı terör örgütü ‘cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleri ile devletin niteliğini, kurumlarını, hükümeti, millî güvenliği, kamu düzenini, genel sağlığı bozmak veya temel hak ve özgürlükleri yok etmek amacıyla kurulan ve faaliyette bulunan örgütlerdir. Buna göre en az üç kişiden oluşan bir yapının, oluşumun, grubun, topluluğun ‘silahlı terör örgütü’ olarak kabulü için 1) eylemlerinde cebir ve şiddet kullanması, 2) yöntem olarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit unsurlarına başvurması, 3) amaç olarak devleti veya kurumlarını yıkmak, temel hak ve özgürlükleri yok etmek gibi ilgili maddelerde sayılan değerleri (TCK 2. Kitabının 4. Kısmının 4 ve 5. Bölümlerinde yer alan suçlar) tahrip veya imhayı hedeflemesi, 4) ayrıca amaç ve saikin siyasi veya ideolojik sebeplere dayanması, 5) silahlı olması, 6) örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması, 7) eylemlerinin ayrıca suç teşkil etmesi, 8) eylemin örgüt üyesi kişilerce işlenmesi ve 9) eylemlerin doğrudan kastla işlenmesi şarttır. Bu sayılan şartların hepsinin de aynı anda ve birlikte bulunması zorunludur. Hali hazırda Türkiye’de Hizmet Hareketi ve mensuplarına yönelik on binlerce yargılama dosyasının hiçbirinde sayılan unsurlar ve şartlar gerçekleşmiş değildir.

‘Silahlı terör örgütü’ ile TCK 220 de düzenlenen ‘suç örgütü’ birbirinden tamamen farklıdır. Suç örgütü en az üç kişinin belli bir amaç için, örneğin gasp maksadıyla bir araya gelmesiyle oluşabilir. Mafya ve suç çeteleri bunun tipik örneklerindendir. Ayrıca her iki örgüt arasında temel fark eylemin işleniş amacı ile suçun manevî unsurunda görülür. Silahlı terör örgütünde amaç devlete ve temel haklara yöneliktir; suç örgütünde ise geneli ve devleti hedef almayan yerel veya nisbi maksatlar hedeflenebilir.

5.4  Törör Örgütü Üyeliği Suçu ve Manevî Unsur

Terör suçu, bir amaç suç niteliği taşımaktadır. Terör örgütü kurmak veya yönetmek yahut terör örgütüne üye olmak, keza örgüt adına eylem yapmak gibi suçlar ancak doğrudan kastla işlenebilir. Kişiler, suç işlemek amacıyla bir örgütlenme yapısı içinde bulunmalıdırlar. Ayrıca terör suçunda amacın ideolojik ve siyasî olması da gerekir. Mesela bir seri katilin çok sayıda masumu öldürmesi, siyasî amaç unsuru bulunmadığından terör suçu olmaz. Yine aynı unsur nedeniyle terör örgütleri mafya ve suç çetelerinden ayrılırlar.

Manevî unsur bakımından suçun teşekkülü, diğer bir deyişle doğrudan kastın kabulü için 1) en az üç kişi veya daha fazla üyenin en başından itibaren yukarıda belirtilen münhasır suçları işlemek maksadıyla bir araya gelmeleri, 2) terörü veya cebir ve şiddeti yöntem olarak benimsemiş olmaları ve 3) gayrı meşru amacı gerçekleştirebilmeleri için işlenmesi düşünülen sayısı belirsiz potansiyel suçlar yönünden, somut olaya ve bulguya dayalı delillerin varlığı gerekir.

Dolayısıyla, bir kişi hakkında terör örgütü üyeliğinden dolayı ceza verilebilmesi için, doğrudan kastın ispatlanması, diğer bir deyişle örgüte üye olmak isteyen kişinin, yapının terör örgütü olduğunu baştan bilerek ve isteyerek, özgür iradesiyle üye olduğunun hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tespiti, yani yüzde yüz sübuta ermesi gerekir. Keza başlangıçta meşru bir yapının sonradan terör örgütüne dönüştüğü ve kişinin de üye kaldığı iddiasında da aynı şekilde, dönüşümü bilerek ve isteyerek yapı içinde üye kaldığının şeksiz gümansız ispatlanması şarttır.

Yukarıdaki izahlar muvacehesinde 17/25 Aralık 2013’den, özellikle 15 Temmuz 2016’dan beri Türkiye’de muhalifler hakkında yapılanlara bakıldığında, bilhassa Hizmet Hareketi mensupları bakımından olanlar bir yargılama faaliyetinden çok soykırımı hatırlatmaktadır. Çünkü:

  • Bağımsızlık ve tarafsızlık vasıflarını kaybetmiş yargıya rağmen 2017 ortalarına kadar safahattan geçerek kesinleşmiş bir ‘silahlı terör örgütü’ yargısal içtihadı, tespiti ve tavsifi yoktur. Hemen bütün dosyalarda yazılan suç ve eylem tarihleri ise 2017 öncesine aittir;
  • Hizmet Hareketi BM veya uluslararası toplum tarafından terör örgütü olarak tanınmış değildir; aksine hem resmi kuruluşlar hem sivil teşkilatlar bakımından dünya kamuoyu tarafından cehalet, fakirlik ve ihtilaflarla mücadele eden bir gönüllüler hareketi olarak kabul ve itibar görmektedir;
  • Haklarında soruşturma ve adlî işlem yapılan kişilerin, silahlı veya silahsız terör örgütü bakımından, 3713 sayılı TMK 1 ve 7 ile 5237 sayılı TCK 6/j ve 314 gereği, kanunda sayılan suçlar için bilinçli olarak doğrudan kasıtla bir örgüt ve yapı oluşturdukları ispatlanmış değildir;
  • Terör örgütü bir yana, 5237 sayılı TCK 220 gereği suç örgütü bakımından, lokal ve yerel olarak herhangi bir yerde birkaç kişi dahi olsa herhangi bir suçu işlemek için bir araya geldikleri ispatlanmış, hatta iddia edilmiş bile değildir;
  • Nitekim, ‘Hizmet Hareketi 15 Temmuz darbe girişimiyle silahlı terör örgütü haline geldi’ şeklindeki başta Erdoğan ile hükümet, devlet ve yargı teşkilatı yetkililerinin açıklamaları, ayrıca iddianamelerde ve gerekçeli kararlarda yazılan gerekçe ve kabul, kendi aleyhine delil teşkil etmekte, suçun manevi unsurunun yokluğunu doğrulamakta ve teyit etmektedir;
  • İddianamelerde ve gerekçeli kararlarda suç olarak gösterilen Hizmet okulunda çocuk okutma, gazete aboneliği, Bank Asya’da hesap açma, para yatırma gibi eylemlerin hepsi açık, alenî, devletin verdiği izinlere bağlı, yine devletin düzenli ve sürekli kontrolünde gerçekleşen meşru davranışlar ve fiillerdir; bunların aksi de ispatlanmış değildir. Bilakis bir üstte ki açıklamaya göre doğruluğu ve meşruluğu tevsik edilmiştir;
  • Erdoğan ve Hükümet ile bağımsızlık ve tarafsızlık vasfını kaybetmiş yargı teşkilatının, 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarının ‘yargı darbesi’ olduğuna dair iddia ve kabulü ile bu kabul üzerine bina ettikleri bütün argümanlar, hem deliller hem yargılayanlar bakımından Türkiye’den tamamen ayrı ve bağımsız ABD yargısı tarafından bir başka soruşturma vesilesiyle çökertilmiş ve yapılanların yargı darbesi değil bilakis yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, silah ve altın kaçakçılığı, İran’a yapılan ambargonun delinmesi gibi kanun dışı eylemlerin soruşturması olduğu teyit edilmiş ve kesin hükme bağlanmıştır;
  • Aynı çevrelerin ’15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminin Fethullah Gülen veya takipçileri yahut Hizmet Hareketi mensupları tarafından gerçekleştirildiği’ iddiası hakkında hiçbir somut delil ve emare gösterilmemiştir;
  • Bir an için nazari olarak darbe teşebbüsü sırasında bizzat çatışmaya katılan sınırlı sayıdaki kişiler hakkında suçun unsurlarının oluştuğu farz edilse dahi, geri kalan yüzbinlerce masum için yapılan soruşturmaların hukuksuzluğu açıktır. Kaldı ki bizzat çatışmada yer alanlar hakkında bile ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ ve eylemin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği konusunda hiçbir somut delil ve emare gösterilememiştir;
  • Aksine başta Erdoğan’ın teşebbüsü kimden, kaçta ve nasıl öğrendiğine dair 5 ayrı ve çelişkili beyanları, TBMM Araştırma Komisyonu için Erdoğan ve Hükümet’in ayak diremeleri, olay hakkında en çok bilgisi olan komutanlar ve MİT Müsteşarının Komisyon’a çağrılmaması gibi nedenlerle, vakıanın Hitler’in Reichstag yangını kurgusu ve komplosu gibi bir kumpas olduğu ihtimali giderek güçlenmektedir;
  • Bu durumda Erdoğan ile Hükümet ve AKP yetkililerinin ‘bizi kandırdılar, 17/25 Aralık 2013’de yargı darbesi yaptılar gözümüz açıldı, 15 Temmuz 2016’da ise silahlı askeri darbe teşebbüsü yaptılar ve silahlı terör örgütü oldukları anlaşıldı’ iddiası, argümanı, paradigması ve mantık silsilesi çökmekte, zemberek boşalmaktadır;
  • Bir an için bu paradigmanın doğruluğunu kabul edelim. Bu kez aynı gerekçenin haklarında soruşturma ve dava bulunan yüzbinlerce vatandaş için de geçerli olması gerekir. Devletin başındaki yöneticiler kadar tabandaki vatandaşın da aldanma hakkı veya ihtimali vardır. Ayrıca masumiyet karinedir, kişinin masum olduğunu ispatlaması gerekmez, aksine iddia makamı o kişinin suçlu olduğunu ispatlamalıdır. Öyleyse vatandaşın da aldanmış olması asıl ve karinedir. Ancak bunun aksi, yani aldanmadığı, baştan itibaren bilerek ve bilinçli olarak ‘silahlı terör örgütünü, hedefini, eylemlerini ve nihayet 15 Temmuz’daki teşebbüsü tasarladığı ve içinde yer aldığı’ ispatlanmalıdır. Hiçbir dosyada bu ispatlanmamıştır. Dahası, yukarıda açıklandığı gibi, 15 Temmuz hakkında ‘işte şimdi silahlı terör örgütü oldular’ beyanı ile kendi ağızları, argümanları, mantıkları, iddiaları ve açıklamalarıyla yüzbinlerce vatandaşın aslında masum olduklarını, buna dair karinenin aslında hüküm olduğunu tescillemiş oldular.

Görüldüğü gibi, Erdoğan’ın rejimi haktan, adaletten, hukuktan, doğruluk ve gerçeklikten uzaklaştıkça, kendi kendini nakzeden ve kendi aleyhine deliller üreten, en nihayetinde kendini imha edecek bir sürecin sarmalına sürüklenmektedir.

Bu konuda, delil olarak ileri sürülen argümanları tek tek ele alınca durum daha berrak ortaya çıkmaktadır.

5.5  Bank Asya

İddianamelerde ve gerekçeli kararlarda, kişilerin 17/25 Aralık 2013’den sonra duyurulan kampanya üzerine Bank Asya’da hesap açmak ve para yatırmak suretiyle teröre destek verdiği, dolayısıyla silahlı terör örgütü üyesi olduğu kabulü ve mantığına göre dava açılmakta ve ceza verilmektedir.

Bu mantık ve bakış açısında, ilk bakışta bile kendi içindeki tezatlar açıklıkla görülmektedir. Evvela bankacılık faaliyeti her safhası ve işlemiyle kayıt altına alınan, devletin ve piyasa ekonomisinin kontrolünde yürütülen, sürekli hem devletin hem de uluslararası uzman mekanizmaların, kuruluşların denetim ve gözetiminde olan bir faaliyettir. Nazarî olarak elbette her kuruluş gibi bankaların da terör örgütü eylemine aracı kılınması mümkündür. Ancak bunun münhasıran ispatlanması gerekir.

Bu nedenledir ki, ‘terör örgütünün finans kurumu’ söyleminin hukukî bir karşılığı yoktur. Bir an için iddianın ciddiyetini kabul etsek bile bu kez, evvela on beş yıldır devleti yöneten ve bahse konu bankaya faaliyet izni veren iktidarın evleviyetle sorumluluğu gündeme gelecektir. Hükümet yetkililerinin, devlet kurumlarının izin verme, kontrol etmeme eylemleri atlanarak ‘hesap açma’ ve ‘para yatırma’ eylemleri suç olarak kabul edilemez. Bu konuda illa ki suç isnat edilecekse iki kademenin birlikte ispatlanması ve gerçekleşmesi gerekir. Birincisi, BDDK, MASAK, TMSF, UDK, Merkez Bankası gibi ilgili ve sorumlu bütün kişi ve kuruluşların fikir birliği içinde terör örgütü faaliyetine iştirak ettikleri ispatlanmalı; ikincisi, ilaveten hesap açan ve para yatıran kişinin de bunu bilerek ve isteyerek bu eylemleri gerçekleştirdiğinin kesin ispatı zorunludur.

Bunun haricinde ‘önceden meşru idi, fark etmemişiz, 17/25 Aralık 2013 de anladık ve uyandık, 15 Temmuz 2016’da da silahlı terör örgütü oldular’ söyleminin batıl ve geçersiz olduğu, üstteki son iki başlık altında açıklanmıştı.

Ancak butlan, çarpıklık ve sakatlık bunlarla sınırlı değildir. İktidar çevreleri ve soruşturma, yargılama makamları bir taraftan, ‘17/25 Aralık 2013’den sonra hesap açma, para yatırma’ eylemini suç olarak kabul ediyorlar. Oysa ki, 1) bankanın faaliyetine izin verildi ve müdahale edilmedi; 2) THY, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi önemli devlet kurumları veya devletin kontrolündeki kuruluşlar, şirketler yüklü miktarlardaki mevduatlarını aynı bankada tutmaya devam ettiler; 3) en önemlisi BDDK, 17/25 Aralık 2013’den çok sonra, 03/02/2015 tarih ve 6187 sayılı kararı ile, teröre finans desteğinden değil, ‘gerekli bilgi ve belgelerin Kurum’a zamanında verilmediği’ gerekçesiyle ortaklık haklarını TMSF’ye devretti; 4) dahası, Bank Asya’nın TMSF tarafından atanan Yönetim Kurulu 03/02/2015 günü sonunda “Bugün Bank Asya dünden daha güçlü bir banka bunu hepimizin bilmesi gerekir. Çünkü bugün bankamızın arkasında kamuoyunun da desteği oldu. Bu mevduat sahipleri için oldukça önemli olduğunu düşünüyorum ve mevduatları bundan sonraki süreçte de artarak devam ettireceklerini gönlüm arzu ediyor… Dün olduğu gibi bugün de ekibimizle birlikte Bank Asya’yı daha ileriye taşımanın gayreti içerisinde olacağız. Tüm çalışma arkadaşlarıma bundan sonraki süreçte başarılar diliyorum” açıklaması yaptı[150]; 5) Bank Asya’da sade vatandaşın hesap açması ve küçük miktarlarda da olsa para yatırması teröre finansal destek olarak yaftalanırken, Banka’nın hâkim ortakları olan Sanko Holding, Çalık Holding gibi en büyük hissedarlar aleyhine hiçbir isnatta bulunulmadı ve takibat yapılmadı; 6) üstelik Banka’nın yaklaşık % 50 si halka açık idi; 7) Banka yaklaşık 1,5 yıl TMSF nin yönetiminde kaldıktan sonra, TMSF Kurulu’nun 21 Temmuz 2016 tarih ve 143 sayılı kararıyla, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesinin son fıkrası gereğince, (terör nedeniyle değil, tasfiye için), bankanın faaliyet izninin kaldırılmasının BDDK’dan talep edilmesi üzerine alınan ve 23.07.2016 tarih ve 29779 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 22 Temmuz 2016 tarih ve 6947 sayılı BDDK kararıyla Asya Katılım Bankası AŞ’nin faaliyet izni kaldırıldı[151].

Burada çarpıklık içinde bir başka çarpıklığı dikkatlere sunmak icap ediyor. Erdoğan, Hükümet ve yargılama makamları, ‘terör örgütü liderinin Bank Asya’nın batmaması için takipçilerinden ve örgüt üyelerinden destek olmalarını istediği, bu çağrıya uyan örgüt üyelerinin de para yatırarak, hatta başka bankalardan kredi çekip Bank Asya’ya yatırarak bankanın batmasını önledikleri’ iddiasını öne sürmekte ve soruşturmaları bu mantığa göre yürütmektedirler. Açıktır ki, serbest piyasa ekonomisinde, meşru bir faaliyet yürüten bankanın batmaması için uğraşması gereken devlet; onu batırmak için çabalayan varsa onlar da hak, hukuk, düzen, nizam, devlet tanımaz kişi veya kişiler, kurumlardır. Görüldüğü üzere müşahhas vakıada devlet ve terör kavramları, temsil ettikleri içerik ve muhteva ile örtüşmemektedir. Muhteva ve içeriğe göre kavramların çaprazlama yer değiştirmesi gerekmektedir.

Bank Asya konusunda bir başka önemli husus, delillerin elde ediliş biçimidir. Bilindiği üzere, kişilerin mali bilgileri, banka hesapları ve hesap hareketleri kişisel veridir. Kişisel veriler özel hayatın gizliliği kapsamında temel hak olarak koruma altındadır. Kişisel verilerin bir suç soruşturmasına konu olması durumunda, kişi, suç ve veri kişiselleştirilerek, yani konu ve olgu somutlaştırılarak hâkimden alınacak bir kararla ancak istenebilir. Dosyaların hemen tamamında bu gereklilik de ihlal edilmektedir. Hukukun üstünlüğünün söz konusu olan yerlerde hâkim kararı olmadan elde edilen kişisel veriler hukuka aykırı delil kapsamındadır ve yargılamada nazara alınmaz, yok sayılmalıdır.

Bütün bunlardan sonra yapılanlar bir suç soruşturması, kovuşturması ve yargılaması olarak vasıflandırılamaz; olsa olsa bir cadı avı, tenkil ve soykırım olarak adlandırılabilir.

5.6  Kimse Yok Mu Derneği

Hizmet Hareketi bünyesindeki Kimse Yok Mu Derneği’ne 17/25 Aralık 2013’den sonra bağışta bulunma, faaliyetlerine iştirak etme de ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ için yeterli görülen hususlardandır.

Halbuki Kimse Yok Mu Derneği 2004 yılında kurulduktan sonra 06.02.2007 tarihli ve 2007/11683 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına faaliyet yürüten dernekler statüsüne alınarak izin almadan yardım toplayabilme hakkı elde etmiş[152], pek çok faaliyeti hem halk hem de millî ve beynelmilel sahada resmi makam ve mercilerin takdirini kazanmıştır. Mesela Erdoğan 2011 Ağustos’unda, televizyon programına telefonla bağlanarak Kimse Yok Mu Derneği’nin yardım kampanyasını desteklemiş ve vatandaşları yardım yapmaya çağırmıştı[153].

Dernek yukarıda bahsedildiği gibi, Afrika’da 5.000 e yakın su kuyusu açma, sadece 2015 yılında 550.000 kişiye kurban eti ulaştırma, katarakt ameliyatları, sağlık taramaları, hastane ve sağlık hizmetleri sunma gibi önemli başarıların yanı sıra mesela 2020’ye kadar Afrika’da 1.000 sahra okulu açma gibi büyük hedefler planlamıştı.

Kimse Yok Mu Derneği bu türlü faaliyetleri ve insanlığa hizmetleri nedeniyle BM tarafından istişarî statü verilerek, BM çatısı altındaki faaliyetlere akredite edilmiş, insanî yardımlarda iş birliği yapma ve partner olma hakkı elde etmişti. Ancak Dernek Türkiye’de kapatılınca, temelsiz ve kayıtsız kaldığından ve dolayısıyla tüzel kişiliğini kaybettiğinden, mecburen BM Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından 28/02/2017 tarih ve E/2017/32 sayılı kararla, bahse konu statü kaldırıldı.

Dernek kısa süreli hayat hikayesi boyunca dünyadaki fakirlikle mücadele, gelir dağılımında dengenin ve eşitliğin sağlanmasına çabalama, toplumlar arası diyalog, yakınlaşma, kaynaşma, yardımlaşma, iş birliği gibi sahalarda ve konularda kolay erişilemeyecek başarılara imza atmıştır.

Münhasıran 17/25 Aralık 2013’den sonra Kimse Yok Mu Derneği’ne yardım yapma veya faaliyetlerine iştirak etmenin suç olarak tavsifindeki tutarsızlık ve çarpıklık, mantık ve muhakeme bozukluğu konusunda yukarıda ‘Bank Asya’ başlığı altındaki, keza 17/25 Aralık 2013 tarihinin ve operasyonların milat alınmasındaki yanlışlık hakkında da yine bu bölüm içerisinde yukarıdaki alt başlıklar altında yapılan izahata atıf yapmakla iktifa ediyorum.

5.7  Sendikalar ve Dernekler

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen olağanüstü hâl ve ardından çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK), Mart 2018 itibariyle 1419 dernek, 145 vakıf, 19 sendika kapatılmıştır[154]. Oysa ki örgütlenme hakkı ve sivil toplum kuruluşları hukuk devletinin ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenledir ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası insan hakları metinlerinde ve Anayasa’da dernek, vakıf, sendika gibi yapı ve toplulukları kurma, kurulanlara üye olma temel haklar arasında sayılmıştır.

Ayrıca kapatılan bütün dernek, sendika, vakıf ve kuruluşların hepsi de legal ve hukuka uygun olarak faaliyet yürüten, devletin veya ilgili ve görevli kurum yahut kuruluşların denetiminde, vesayetinde ve gözetiminde bulunan topluluklardır.

Bir nesne veya davranış ya meşrudur ya da gayrı meşru. Meşru ise suç olamaz. Çünkü kanunun yasaklamadığı eylem ve nesne meşrudur. Dosyalarda, iddianamelerde suç isnadı yapılırken ve gerekçeli kararlarda kişinin ‘silahlı terör örgütü üyesi’ olduğuna hükmedilirken, 15 Temmuz 2016 sonrası olağanüstü KHK lar ile kapatılmış olan dernek, vakıf, sendika gibi kuruluşlara, 17/25 Aralık 2013 – 15 Temmuz 2016 arası dönemde üye olmak da sayılmaktadır.

Bu ucube mantık ve muhakeme konusunda yukarıda ‘Bank Asya’ başlığı altındaki açıklamalar burası için de geçerlidir. Madem ki suç, öyleyse neden izin verildi, hatta destek olundu; ayrıca ‘izin verenler, denetle(me)yenler hakkında neden aynı suçlama ve soruşturma yapılmıyor; sonradan kapanan yahut yasaklanan bir dernek veya sendikaya, önceki tarihli üyelik nasıl suç olabilir; sanığın dernek veya sendikayı aracı kılarak işlediği suç ve bunun somut delilleri nelerdir’ soruları hukuk karşısında boşlukta ve cevapsız kalmaktadır.

Aslında bütün bu çarpıklıkları hukuk konusunda yüzeysel de olsa bilgisi olan herkes, bu arada soruşturmayı ve suçlamayı yapanlar da biliyorlar. Nitekim mesela yandaş yazarlardan biri “Hukukçu Diyor ki” başlığı ile, 17/25 Aralık 2013 tarihi milat olarak alınırken, Bank Asya, TUSKON, bazı sendikalar, vakıflar, dernekler gibi kuruluşlara çok geç tarihlere kadar izin verilmesini, hatta mesela sendikalaşmayı teşvik için aidatının devlet tarafından ödenmesini vurgulamış, sonradan da geriye dönüp üyeliğin, devlet teşvikiyle yapılan işlerin, faaliyetlerin ‘terör örgütü üyeliğine’ delil sayılmasındaki çarpıklığa dikkat çekmiş, bunun izah edilemeyeceğini belirtmiş ve uygulayıcıları daha dikkatli olmaya, açık vermemeye, özen göstermeye davet etmişti[155].

5.8  Gazete Aboneliği, Digitürk Aboneliği

Basın, yasama, yürütme ve yargı erkinin ayrılığı üzerine kurulu demokratik hukuk devletlerindeki ehemmiyeti nedeniyle mecazen dördüncü kuvvet olarak anılmaktadır. Çünkü halk basın sayesinde olanı biteni öğrenebilir; basın sayesinde yönetime iştirak eder ve basın sayesinde yönetenleri denetleyebilir, yolsuzluklardan, hukuksuzluklardan haberdar olur.

Basının bu rolü nedeniyle baştan beri AİHM basın hakkında ‘toplumun bekçi köpeğidir (public watchdog)’ tanımlaması ve betimlemesi yapmaktadır[156]. Basın bir yerde yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük, kanunsuzluk, suiistimal gördüğünde ortalığı ayağa kaldırabilir, her tarafı velveleye vererek, halkın dikkatlerini oraya çekmek için hatta olayları abartarak sunabilir. Bu konuda kültür ve bilimin, karikatürün, hiciv ve diğer sanat türlerinin tekniklerini, inceliklerini, ustalıklarını da kullanarak haberleri ve yorumları takdim edebilir.

Demokrasinin çekirdeği ve tohumu denebilecek ifade hürriyetinin en önemli aynası ve sahnesi basındır. Zira basın, ifade hürriyetinin en ucuz, en hızlı, en yaygın, en kolay, en etkili vasıtasıdır. Nitekim Erdoğan Zaman Gazetesi’nin 25. Kuruluş Yıl Dönümü vesilesiyle düzenlenen törende, 25/01/2012 tarihinde “Gittiğim birçok ülkede Türkiye’nin okullarını, Türkiye’nin vefakâr öğretmenlerini, Türkiye muhabbetiyle büyüyen, Türkçe konuşan çocukları görmekten çok büyük bir gurur hissettim. Aynı şekilde Avustralya’dan Azerbaycan’a, İspanya’dan Amerika’ya kadar 35 farklı ülkede, 10 farklı dilde, iki farklı alfabede yayın yapan bir Türk gazetesini Zaman’ı görmekten çok büyük bir gurur duydum. Çok büyük bir heyecan hissettim. Zaman Camiasını, Zaman Gazetesi yöneticilerini bize, milletimize, ülkemize bu gururu, bu heyecanı yaşattıkları için, sesimizi, nefesimizi dünyaya duyurdukları için ayrıca teşekkür ediyor, her birini gönülden kutluyorum” demişti[157].

Ancak bu konuşmadan daha iki yıl bile geçmeden, bu kez aynı gazete hedef tahtasına yerleştirildi, bir süre sonra el konularak kapatıldı. 15 Temmuz 2016 sonrası ise, yüzbinlerce kişi hakkında yürütülen soruşturmalarda, Zaman gazetesi abonesi olan, evinde arabasında, iş yerinde gazetenin nüshası bulunanlar ‘silahlı terör örgütü üyesi’ olarak suçlandı.

Zaman Gazetesi bir milyonu aşkın tirajıyla Türkiye’nin en çok okunan ve en etkili gazetelerinden biriydi. Hem ulusal hem de uluslararası alanda pek çok ödül almıştır. Mesela elliden fazla Society for News Design (SND) ödüllerine layık görülmüş; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından farklı yıllarda en iyi birinci sayfa ödülü, en iyi iç sayfa düzeni ödülü, en iyi kültür-sanat sayfası gibi pek çok dalda ödüller verilmiş; ayrıca Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, Eğitim-Sen, İzmir Ticaret Odası, Türkiye Spor Yazarları Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği, İzmir Gazeteciler Cemiyeti gibi çok çeşitli kurum ve kuruluş tarafından da farklı alan ve konularda ödüller takdim edilmiştir[158]. Bundan başka, Zaman Gazetesi, uluslararası tasarım oskarının sahibi olmuş[159]; uluslararası baskı kalitesi ödülünü almış[160]; Bulgaristan’da Toplumsal Barışa Katkı Ödülü’nün sahibi olmuş[161]; daha pek çok başarılara ve ödüllere ulaşmıştır.

Hal böyleyken, gazete okumanın veya abone olmanın, terör örgütü üyeliğine denk tutulması hukuk devleti ve adalet kavramlarıyla açıklanması imkansızdır.

En az bunun kadar garabet bir durum Digitürk aboneliği hakkında yaşanmaktadır. Türkiye’de tutuklanan insanlardan bazıları, ‘neden Digitürk aboneliğinizi iptal ettirdiniz’ sorusu ile karşılaşmakta, bu durum silahlı terör örgütüne üyelik için delil sayılmaktadır[162]. Digitürk serbest piyasada satışa sunulan bir internet ve TV paket programıdır.

Bu durum karşısında, yine yukarıdaki açıklamalara atıf yapmanın ötesinde ilaveler yazmak zaittir.

5.9  ByLock

15 Temmuz 2016 sonrası hız verilen cadı avında en çok mağdur sayısı ByLock nedeniyle ortaya çıkmıştır. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Litvanya’dan ‘teşkilata mahsus yöntemlerle’, diğer bir deyişle hukuken, gizli ve hukuk dışı yollardan elde ettiği veri tabanı üzerinde aylarca çalıştıktan sonra adliye intikal ettirmiş, bunun üzerine de on binlerce kişi haklarında işlem başlatılarak tutuklanmışlardır. MİT tarafından hazırlanan raporda kullanıcı sayısı yaklaşık 600.000 olarak açıklanmış, bunlardan en az üç kere bağlantı yapanları esas alarak oluşturulan listede 102.000 kişinin tespit edildiği ve Cumhuriyet savcılığına intikal ettirildiği belirtilmiştir. Ancak MİT ‘teşkilatın yöntem ve kaynaklarının deşifre olmamasını’ gerekçe göstererek, evvela veri tabanının nasıl elde edildiğini, sonra analiz ve çalışmanın nasıl yapıldığını, listelerin nasıl oluşturulduğunu muhakeme teknik ve biliminin gereklerine uygun olarak, denetime imkân verecek şekilde açıklamamaktadır. Hatta bütün dosyalarda, soruşturma ve kovuşturmalarda esas alınıp sonuca gidilen, ünlü MİT raporunun her sayfasının üstünde ve altında “GİZLİ” kaşesi basılıdır. Ne yazık ki Türk yargısı kayden alenî yargılamada GİZLİ damgalı ve kaynağı, hazırlayanı, bilirkişi kimliği belirsiz, kerameti kendinden menkul gizli uzmanların hazırlayıp sunduğu rapor ve belgeler üzerinden on binlerce insan hakkında ‘silahlı terör örgütü üyesi’ suçlamasıyla 5 yılla 15 yıl arasında hapis cezalarına hükmetmektedir.

MİT in çalışmaları ve analizleri sonucu üretilen veriler ve bilgilere göre Emniyet müdürlüklerinin kaçakçılık ve organize suçlar müdürlükleri (KOM) ile terörle mücadele müdürlüklerinde (TEM) A4 kağıdı üzerine basit tablo halinde, “BYLOCK CBS SORGU SONUCU” ve “TESPİT VE DEĞERLENDİRME TUTANAĞI” isimli belgelerde, kullanıcının kimlik numarası, bağlantı tarihi, İD numarası, şifre, bağlantı sayısı gibi haneler doldurularak adliyelerdeki yargılama dosyalarına gönderilmekte, mahkemeler de bunun üzerinden hüküm kurmaktadır. Hatta bu belgelerde ‘Tespit Türü’ hanesinin karşısında açıkça “MİT MÜSTEŞARLIĞI TESPİTLERİ” yazmaktadır.

Tabiatıyla, hukukun ve yargılamanın ilkelerinden sapınca, yerleşik ve evrensel kurallardan, usullerden ayrılınca, yargılamalardaki en fazla rezillikler ve kepazelikler ByLock konusunda ortaya dökülüp saçılmaktadır. Başlangıçta exell tablolarının oluşturulduğu, bu tablolarda kişilerin kullanım yoğunluğuna, yani sanıkların tehlike durumuna yahut eylemin vahametine göre kırmızı, turuncu ve yeşil sütunlar halinde tasnifler yapıldığı medyaya yansıdı.

Ancak incelemede ve muhakemede aleniyet ve bilimsellik olmayınca hatalar ve suiistimaller hemen ortaya çıkmaya başladı. Mesela darbe teşebbüsünde ByLock programının kullanıldığı iddia edildi. Hatta askerlerin ellerindeki cep telefonu ekranlarında ByLock programının logosu görünür vaziyette haber fotoğrafları yayınlandı. 2016 başından itibaren kullanımdan kalktığı anlaşılınca, haberlerdeki fotoğrafların fotomontaj yöntemiyle üretildiği ortaya çıktı. Hatta aynı gazeteler bu kez, tam aksi yönde haberler yaptılar[163]. Bir saniye içinde saatlerce bağlı kaldığına[164], aynı kimlik numarası hakkında emniyetin bir mahkemeye ‘var’ başka bir mahkemeye ‘yok’ dediğine[165], ByLock sunucusuna en son 1970 de bağlandığına, bir saniyede 262 kez ByLock’a bağlandığına[166], 10 saat 30 dakika içinde 63 saat internete bağlı kalındığına[167], uygun olmayan cihazdan ByLock bağlantısı sağlandığına[168] dair, fiziğin kurallarını hiçe sayan pek çok bilgiler, belgeler ve raporlar, hem de resmî merciler ve kaynaklardan, soruşturma ve kovuşturma dosyalarına girdi.

Sonrasında Başbakan Binali Yıldırım, ByLock’ta hatalar yapılmış olabileceğini belirterek toparlamaya çalıştı. Yeni bir ByLock listesinin hazırlandığı söylendi. Bu arada, ‘Mor Beyin’ isimli bir kaynağın hazırladığı farklı uygulamaların da aynı sunucuyu kullandığının tespit edildiği belirtilerek[169], 11.000 kişinin yanlışlıkla ByLock listelerine alındığı açıklandı[170]; listeler güncellendi, bu kişiler listelerden çıkarıldı ve tahliye edildiler; yargılamalardan da beraat ettiler. 102.000 kişilik sanık listesi 91.000’e düştü. Ancak tartışmalar bitmedi. Bu kez, ByLock kullanıcı tespitinde esas alınan CGNAT yönteminin sorunlu olduğu, dolayısıyla en az 40.000 kişinin listelerden çıkarılması gerektiğine dair raporlar hazırlandı[171]. Bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yaklaşık 6 ay sonra bu sefer de, Türk Telekom’un bir GSM firmasının genel IP, özel IP, bağlantı başlangıç zamanı, bağlantı süresi gibi sütunların bilgisayara işlenmesi sırasında, yanlışlıkla sütun kaydırması yapıldığı, bu yüzden yaklaşık 40.000 kişiyi ilgilendiren zincirleme bir kaymanın söz konusu olduğu, dolayısıyla aslında ByLock kullanıcısı olmayanların kullanıcı gibi görülebileceği, kullanıcı olanların da kullanmamış gibi kaydedilmiş olabileceği açıklandı[172].

Bu arada bütün bu uğultu, gürültüden hiç etkilenmeyen, doğuştan şanslı olan, listelerde hiç yer almayan, dolayısıyla ‘listeye girdim mi-çıktım mı’ merakını veya kaygısını hiç tatmayanlar da vardı. Mesela bazıları bakan 60 AKP li milletvekili[173] hakkında hiç soruşturma başlatılmadı[174].

Ortadaki bu durumun teşhirinden sonra hukukun gereğine gelelim. Aslında ByLock vakıası baştan itibaren tümüyle hukuka aykırı elde edilmiş, orijinalliği konusunda hukuki güvence olmayan, içeriğine ve sonuçlarına ilişkin analizi hakkında itibar edilmesi imkânsız bir olgudur. Dolayısıyla yok farz edilmesi ve dosyalardan çıkarılması gerekiyordu. Çünkü:

  • ByLock iddianın aksine münhasıran bir grubun kullanımına tahsisli değil; Aralık 2013’den Ocak 2016 tarihine kadar hizmet veren, Google Play Store’dan yaklaşık 500.000[175], Apple Stordan ise yaklaşık 100.000[176] kişi tarafından indirilmiş[177], özellikle gençler tarafından tercih edilen ve dünyaca ünlü uygulama paylaşım sitelerinde halen mevcut[178] olan Whatsupp veya benzerleri gibi anlık mesajlaşma uygulamasıdır;
  • Türk mevzuatında Anayasa 38, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 206/2-a, 217/2, 230/1-b, 289/1-i maddeleri gereği, soruşturma ve yargılamada değerlendirilen delillerin hukuka uygun olması zorunludur;
  • 5271 sayılı CMK 160 gereği, cumhuriyet savcısı suç soruşturmasını adli kolluk marifetiyle yapar. Bunlar da polis, jandarma, gümrük muhafaza memurları, sahil güvenlik komutanlığı personelidir. Görüldüğü adli kolluk arasında MİT mensupları sayılmamıştır. 2937 sayılı MİT Kanunu’nda veya diğer mevzuatta, MİT mensuplarına adli soruşturma veya kovuşturma görevi de verilmiş değildir. Dolayısıyla MİT’in delil toplama yetkisi yoktur;
  • ByLock Verileri Resmî Usul ve Yöntemlerle Elde Edilmemiştir. Evvela MİT bir istihbarat kuruluşudur ve görevi istihbarat toplayarak bunların analizini yapıp Cumhurbaşkanı, başbakan ve ilgili mercilerle paylaşmaktır. Merciler arasında adliye yoktur. 2937 sayılı MİT Kanunu Ek 1. maddede, adliyeye bildirilecek bilgiler sadece ‘TCK İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, Yedinci Bölüm’de yer alan suçlar (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk)’ ile sınırlandırılmıştır. ByLock nedeniyle soruşturulan kişilerin sevk maddesi olan TCK 314 belirtilen bölümde değildir;
  • ByLock verisi tesadüfî delil olarak da kabul edilemez. Çünkü bunun için usulüne uygun ve hâkim kararına istinaden başlatılmış bir izleme ve soruşturmanın bulunması ön şarttır;
  • Veri tabanı Litvanya’da bulunduğundan veriler elde edilirken, Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi’ne (CİKAYAS) ve anılan Sözleşme’nin Ek 1. Protokolüne, Litvanya ile yapılan ikili adlî iş birliği anlaşmalarına, Avrupa Konseyi Siber Suçlar Sözleşmesine ve diğer uluslararası hukukun veya diplomasinin gereklerine riayet edilmemiştir; keza Türk ceza usul mevzuatına da riayet edilmemiştir;
  • İstihbarat bilgileri yargılamada delil olarak kullanılamaz. Bu konuda hem AYM nin[179] hem AİHM nin[180] içtihatları yerleşiktir. Nitekim Türkiye’deki güvenlik birimleri dahi bunu bildiklerinden mahkemelere verdikleri resmî cevaplarda ‘ByLock verilerinin hukuki delil olmadığını, tek başına kullanılamayacağını’ belirtmektedirler[181];
  • Dijital verilerin elde edilmesi için öncesinde hâkim kararı alınması zorunludur. AİHM ne göre bu konudaki hâkim kararında 1) izleme ve iletişime müdahale kişi bazlı olabilir, 2) şüpheliyi ve suç teşkil eden fiili tanımlamayı sağlayacak somut unsurlar bulunmalıdır, 3) dolayısıyla toptancılık anlayışıyla alınan, herkesi kapsayan veya bir uygulamanın, kaynağın bütününe teşmil edilen kararlar hukuka ve usulüne uygun değildir[182]. AİHM nin Bu konudaki içtihadı da istikrarlıdır[183];
  • Oysa ki, ByLock veri tabanının orijinalliği bozulduktan 6 ay kadar sonra alınan Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2016/6774 D. İş sayılı kararı dahi, yukarıda açıklanan AİHM içtihadına aykırıdır yani geçersizdir, yok hükmündedir;
  • AİHS 8, BM-MSHS 17, BM-İHEB 12, Anayasa 22/1 gereği haberleşme zaten gizli yapılabilen temel bir haktır. Dolayısıyla ‘ByLock vasıtasıyla gizli haberleşiyorlar, demek ki suç işliyorlar’ kabulü saçmalık veya hokkabazlıktır;
  • BM İnsan Hakları Konseyi (BM-İHK) 22/05/2015 tarih ve A/HRC/29/32 sayılı kararıyla, devletlere ve sivil topluma, uçtan uca şifrelenmiş ve anonimleştirilmiş (gizli) haberleşmenin suç olarak kabul edilmemesi, bilakis ifade özgürlüğünün daha rahat ve verimli gerçekleşebilmesi için, bu tarz haberleşmenin kolaylaştırılması ve ucuzlaması için çalışmalar ve yatırımlar yapılması tavsiyesinde bulunmuştur;
  • İnternet üzerinden veya elektronik ortamda haberleşme, aynı zamanda 1) ifade hürriyeti, 2) özel ve aile hayatının gizliliği, 3) kişisel verilerin korunması, 4) basın özgürlüğü, 5) internet özgürlüğü gibi daha pek çok temel hak ve özgürlüğün kapsama alanına girmekte ve korunmaktadır (Anayasa 20, 25, 26; BM-MSHS 17; BM-İHEB 12; AİHS 8, 10; Avrupa Konseyi 108 sayılı Sözleşme; Avrupa Birliği 95/46 sayılı Yönerge vs). MİT yaptığı iş ve işlemlerle bütün bu kuralları, mevzuatı ve temel hakları ihlal etmiştir;
  • Verilerin orijinal haliyle saklandığına dair hukukî güvence yoktur. Nitekim verilerin değişikliğe uğradığını ortaya koyan uluslararası raporlar yayınlanmıştır[184];
  • CGNAT yöntemiyle kullanıcı kimliğinin tespiti güvenilir bir teknoloji değildir. Nitekim EUROPOL kaynakları, CGNAT üzerinden %90 kişi tespiti yapılamadığını belirtmektedir[185]; oysa ki Türkiye’de CGNAT yöntemiyle yapılan tespitlerden ötürü on binlerce kişinin yok yere tutuklu kalmaktadır[186];
  • Aynı sunucuyu kullanan Mor Beyin Uygulamaları nedeniyle 11.000’den fazla kişinin hatalı tespit edildiği Ankara Cumhuriyet savcılığı tarafından açıklanmış ve bu kişiler hakkında soruşturmalar, davalar sonlandırılmıştır;
  • Üzerine, Ulaştırma Bakanlığının kayıtlarda sütun kaydırması nedeniyle, ilaveten 40.000 kadar kişinin kayıtlarında da hata yapıldığı belirtilmektedir[187].

Bütün bunları birlikte değerlendirince, üzerine kelam sarf etmeye hacet kalmamaktadır.

6.     Ergenekon, Balyoz ve Önemli Davalar

6.1  Tarihî Süreç ve Gladio Yapılanması

Ülkemizde özellikle 17/25 Aralık 2013’den sonraki yargılamalarda, FETÖ itham ve isnatları hakkında en çok dile getirilen iddialardan biri de Ergenekon, Balyoz gibi kamuoyunda meşhur olmuş davaların 2007-2013 arasındaki yargılamalarına yöneliktir. Bu çevreler, söz konusu davaların asılsız, delillerinin uydurma, Türk ordusundaki vatanperver subayların tasfiyesi için kumpas olduğunu iddia etmektedirler. Oysa ki bu iddia da kendi içinde tutarsızlıklar ve çelişkiler barındırmaktadır. Konuyu bütün berraklığı ile algılayabilmek için biraz gerilere gitmek ve bütüncül bakmak gerekmektedir.

Türkiye 1950 de demokrasi ile tanıştıktan sonra ortalama onar yıl arayla hep darbelere muhatap oldu. Yönü batıya dönük ve batı ile bütünleşme hedeflendiğinden sıklıkla darbelere muhatap olan ve askerî vesayetle idare edilen bir devletin batıya kabulü zordu. Nitekim NATO ya çok partili sistem ve demokrasi şartıyla kabul edilmişti. Özellikle Özal yönetimiyle birlikte AB ne tam üyelik hedef haline geldikten sonra Batı’nın etkisi ve baskısı nedeniyle demokratik kurumların ve kavramların yerleştirilmesi çabaları giderek arttı. Bu arada 1990 da SSCB nin yıkılışı ve soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, soğuk savaş artığı Gladio tipi örgütler ve yapılar da Avrupa’da tasfiye edilmişti.

NATO nun en kritik güneydoğu sınırını ve hattını teşkil eden Türkiye’de Gladio tipi yapılanmaların olmadığı düşünülemez. Nitekim en etkili ve güçlü yapıların Türkiye’de konuşlandırıldığı bilinmektedir.

Berlin duvarı ile birlikte Demir Perde’nin de yıkılması üzerine, ana teması özgürlük ve şeffaflık olan Batı Dünyası’nda, Gladio yapıları ve operasyonları, halk arasında çok çabuk gündem oldu. İtalya’da 1984 de başlayan ve başbakan dahil pek çok üst düzey kamu görevlisinin yargılandığı meşhur Gladio yargılamasının aslında bu kapsamda kurulan örgütün faaliyetleri olduğu anlaşıldı[188]. Düşman cephe yıkıldığına göre artık izah edilemeyen, batının temel değerlerine ve ilkelerine de ters örgütlere, yapılara artık ihtiyaç da kalmamıştı.

6.2  Avrupa Parlamentosu’nun Kararı

Avrupa Parlamentosu 22 Kasım 1990 da, 1) kayıt ve kontrol dışı istihbarat ve operasyon örgütlerinin derhal tasfiyesi, 2) bu tür yapılarda başat rol oynayan ABD nin sert bir üslupla uyarılması yönünde karar aldı[189].

Karar içerik itibariyle aynı zamanda bir devlet ve demokrasi manifestosu gibidir[190]:

“C. Söz konusu gizli örgütün üye devletlerin iç siyasi işlerine yasadışı müdahale etmiş olabileceği ve hala müdahalesinin sürüyor olabileceği korkusu ile,

  1. Muhtelif yargı araştırmalarıyla da ispatlandığı üzere, belli üye devletlerde, askeri istihbarat teşkilatlarının (ya da bunların kontrol edilmeyen birimlerinin) ciddi terör ve suç olaylarına karıştığı hususu çerçevesinde,
  2. Bu örgütlerin, herhangi bir parlamento içi kontrole tabi olmadıkları için, tamamen hukuka aykırı olarak faaliyet gösterdikleri ve göstermeye devam ettikleri ve devlet daireleri ile anayasal kuruluşlarda en yüksek görevlerde bulunan kişilerin bu konularda aydınlatılmadığı hususu çerçevesinde,

  1. Üye devletlerin hükümetlerine tüm gizli askeri ve milis örgütlerinin lağvedilmesi çağrısında bulunmaktadır,
  2. Söz konusu askeri örgütlerin mevcudiyetinin belirlenmiş olduğu ülkelerin yargı makamlarına, bunların içeriklerinin ve faaliyet şekillerinin tamamen aydınlığa çıkarılması ve keza bunların, üye devletlerin demokratik yapısını istikrarsız hale getirmek için yapmış olabilecekleri eylemlerin de ortaya çıkarılması çağrısında bulunmaktadır.

…”

Sonrasında başta İtalya, Belçika, Yunanistan olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde Gladio türünden yapılar ortaya çıkarıldı ve demokratik yöntemlerle tasfiye edildi.

6.3  Türkiye’de Durum

Türkiye alenî ve resmî olarak Gladio tipi yapılarla ilk kez 1970 lerde Başbakan Ecevit vasıtasıyla tanışmıştı[191]. Ergenekon davasının gerekçeli kararının giriş bölümünde, konu kuş bakışı özetlendikten sonra, bu tür kayıt dışı örgütlerin tasfiyesi amacıyla 1979 da savcı Doğan ÖZ’ün yürüttüğü soruşturmaya dikkat çekilmektedir[192]. Ancak o yıllarda yargı yoluyla, her şeyin şeffaflıkla ortaya çıkarılması mümkün olmadı, savcı bir suikaste kurban gitti ve soruşturma kapandı.

1990 da soğuk savaşın sone ermesi ve AP kararı da Türkiye’de siyaset kurumu vasıtasıyla
Gladio yapılanmasının tasfiyesine yetmedi. Diğer taraftan AB tam üyelik için, temel hak ve hürriyetler konusunda Avrupa standartlarının yakalanması, Gladio tipi kayıt dışı yapıların tasfiyesi, AB müktesebatının kabulü ve uygulanmasını şart koşmaktaydı. Avrupa Birliği’ne tam üyelik mezakereleri sürecinde her yıl düzenli olarak yayınlanan raporlarda bu açıkça görülmektedir[193]. Nitekim iktidarın ilk yıllarında AB ile tam entegrasyon ve üyelik için hemen her alanda reformlar, mevzuat değişiklikleri peş peşe geldi. Bütün bunlar belli aralıklarla ‘uyum müzakereleri’ çerçevesinde AB ile iş birliği ve eşgüdüm halinde yapılıyordu.

2007 lerde Ergenekon ve benzeri soruşturmalar başladığında Türkiye’nin siyasî manzarası böyleydi. Aslında bir yönüyle bu bir şans ve böylesi daha iyiydi. Çünkü Gladio tipi kayıt ve kontrol dışı yapıların siyasi veya sosyal yöntemlerle tasfiyesi yerine, millet adına alenî yargılama yapan yargı eliyle tasfiyesi ve adaletin tesisi şüphesiz daha çok tercihe şayandır. Nitekim soruşturmalar ve yargılamalar başladığında gerek Türkiye’deki siyasi ve sosyal çevreler gerekse yurtdışındaki çevreler gelişmeleri olumlu ve memnuniyetle karşıladılar. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN her seferinde bu soruşturmaları ve davaları savundu, askeri vesayetin tasfiyesi olarak açıkladı, hatta daha da ileri giderek “ben bu davaların savcısıyım” dedi[194]. Aynı şekilde AB ve AK çevrelerinden de askeri vesayetin tasfiyesi, kayıt dışı Gladio tipi yapılanmaların dağılmasına yönelik yargılamaların desteklendiği yönünde açıklamalar yapılıyorda[195]. Örneğin 2010 AB ilerleme raporunda şöyle denilmişti: “Sonuç olarak, suç örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon adlı oluşuma ilişkin soruşturma ve birçok başka darbe planının araştırılması, demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat olmayı sürdürmektedir.”[196]

İşin tabiatı gereği bu tür yargılamalar yatay ve dikey olarak çok geniş bir alanı ve hacmi kapsamaktadır. Hem ülkenin ve devletin bütün coğrafyasına yayılmakta, hem de bütün katmanlarına sirayet etmektedir. Dünyadaki en meşhur örneklerinde İtalya Gladio davası da yıllarca sürmüştü. Çünkü bu türden dosyalar milyonlarca belgenin incelenmesini, muhakemesini, binlerce delilin tahlilini gerektirmektedir. Ergenekon davasının sadece gerekçeli kararı 16.798 sayfadır. 275 sanık yargılanmıştır. Yine Balyoz davasında da 361 sanık yargılanmış, bilgi, belge itibariyle Ergenekon kadar çok olmasa da yüzlerce klasör, milyonlarca belgenin inceleme, analiz ve tahlili yapılmıştır.

6.4  Erdoğan’ın Savcılıktan Avukatlığa Geçişi

Ancak 2012 yılından itibaren Gezi olayları, devletin milli istihbarat teşkilatının PKK terör örgütüyle kayıt dışı pazarlığa oturması, hatta teröristlere silah temin ettiğine ilişkin iddialar, buna ilişkin ses kayıtlarının kamuoyuna yansıması[197], en nihayetinde 17/25 Aralık 2013 soruşturmaları Erdoğan’ın makas değiştirmesi sonucunu doğurdu. O zamana kadar savcısı olduğunu belirttiği davalar hakkında makam değiştirip avukatlığına soyundu. Sürmekte olan davalar hakkında ‘orduya kumpas’ kurulduğunu iddia edilmeye başlandı[198].  Halbuki ki söz konusu davalar tek celsede, bir çırpıda olup bitmiş yargılamalar değildi. İşin tabiatı gereği yıllarca sürmüştü, devletin tam da en önemli merkezi/merkezlerinin ve doğal olarak Erdoğan’ın bilgisi ve haberinin olmaması imkansızdı. Yargılamalar da alenî olduğuna göre, Erdoğan ve hükümet çevrelerinin yargılama safhalarından habersiz olmaları düşünülemez.

Ergenekon ve benzeri davalara eskiden beri karşı olan kesimler, genel olarak Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen CD leri oraya polisin koyduğu, elektronik deliller hakkındaki raporların düzmece olduğu, dışarıdan alınan raporlara mahkemenin itibar etmediği, savunma tanıkları Hilmi ÖZKÖK ve Aytaç YALMAN dinlenmeden karar verildiği, soruşturmaların düzmece olduğu, Ergenekon adında bir örgütün olmadığı iddiaları üzerinde durmaktadırlar.

Yukarıda özetlenen Gladio ve AP kararı, Türkiye’nin demokrasi tarihinde ortalama on yılda bir yaşanan darbeler ve askerî müdahaleler, Başbakan Ecevit’in açıklamaları ve sair deliller, yaşananlar birlikte değerlendirilince ‘Ergenekon adında bir örgüt yoktur’ iddiası boşlukta kalmaktadır. Nitekim AİHM, Çetin Doğan, Ali Rıza Sözen ve Aziz Cem Çakmak’ın başvurularını reddetmiştir [199].

Yargıtay Balyoz kararının temyiz incelemesini yaparken söz konusu itirazları da irdelemiş ve gerekçesinde bunlara da değinmiştir. Mesela Hilmi ÖZKÖK ve Aytaç YALMAN ın dinlenmemesi konusunda, “yüklenen suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanmamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin, karargahın karşı çıkması ve engellemek için çaba göstermesinden ibaret olması karşısında, Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç YALMAN ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı” gerekçesiyle bozma nedeni yapmamıştır[200].

Davanın en önemli delillerinin bulunduğu Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne ait üç odada ele geçirilen CD lere ilişkin ise Yargıtay, aramanın bir askeri savcı ve yedi askeri personelle gerçekleştirildiği, bütün safhalarının kayıt altına alındığı, askeri personelin de katılımıyla imaj alma işleminin gerçekleştirildiği; delillerin ele geçirildiği yerin sınırlı sayıdaki personelin girebildiği en korunaklı yerlerden olduğu, malzeme ve delilleri koyanlar hakkında görevlilerin dinlendiği, onların da koyanlara ve yapılanlara ilişkin somut bilgiler verdiği; ayrıca aynı delillerin Eskişehir’de emekli Hava Albay olan sanığın evinde de ele geçtiği Yargıtay ilamında belirtilmektedir[201].

Keza Yargıtay, CD lerde sahtecilik yapıldığı, savunmanın dışarda bağımsız bilirkişilere hazırlattığı raporların nazara alınmadığı yönündeki iddiaları da tahlil etmiş, sahtecilik iddialarının CD lerin korunmasına ilişkin olmadığını, içerikleri hakkında ise sahte olduğu iddia edilen deliller yok farz edilse bile dosyadaki diğer belge, ifade ve delillerle eylemin sübuta erdiğini belirtmiştir.

Burada yargılamanın süresi ve kapsamını daima göz önünde tutmak gerekmektedir. Örneğin savunma tarafının dışarda hazırlattığı her rapor hakkında yeniden inceleme yapılması, mesela kanunlarda sayı sınırlaması da belirtilmediğinden gösterilen bütün tanıkların çağrılması, yargılamanın onlarca yıl sürmesine neden olacaktır. Bu kez de yargılama uzun sürdüğünden zulüm yapıldığı, bunun adil bir yargılama olmadığı iddia edilecektir.

Nitekim yukarıda sayıları verilen dosyalarda bütün bu iddialar AİHM nezdinde de ileri sürülmüş, AİHM hiçbirini gerçekçi bulmadığından hak ihlali taleplerini reddetmiştir.

Ancak Türkiye’de yargının tarafsızlık ve bağımsızlık hasletlerini kaybettiği ve hükümetin dümen suyuna girdiği süreçte AYM ve Yargıtay bahse konu iddialara değer vererek önceki kararları bozmuş ve büyük çoğunluk hakkında beraat kararı verilmesini sağlamışlardır.

6.5  Balyoz Davası ve Ahmet Altan

Balyoz davasının soruşturması Taraf Gazetesi’nin 20/01/2010 tarihli nüshasında Balyoz darbe planını manşetten haberleştirmesiyle başlamıştı. O dönemde gazetenin genel yayın müdürü Ahmet Altan idi. Gazeteci yazar Ahmet Altan yaklaşık iki yıldan beri tutuklu olarak cezaevinde. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. İstinaf başvurusu da esastan reddedildi[202]. Altan’a yöneltilen suçlamalardan biri de genel yayın müdürü olduğu Taraf Gazetesi’nin 20/01/2010 tarihli nüshasında “Fatih Camii Bombalanacaktı”[203] manşetiyle yargı darbesine aracılık etmiş olması.

Ahmet Altan ilk derece mahkemesinde ilk kez duruşmaya çıktığında 80 sayfanın üzerindeki savunmasıyla[204] oldukça ses getirdi. Altan savunmasında kendisine, ‘Terör örgütü mensubu olmayan subayların tasfiye edilerek yerlerine örgüt mensubu subayların getirilmesi… Ve örgütün “bu süreçte” kritik öneme sahip yerlere kendi mensuplarını yerleştirerek 15 Temmuz darbesinin zeminini hazırlaması…’ suçlamasının yapıldığını belirterek “Balyoz darbe haberlerini ben yayınladım. O haberlerin yayınlanmasının tek sorumluluğu bana aittir. O gazetenin genel yayın müdürü bendim, benden başka kimse o haberlerin yayınlanmasına karar veremezdi” dedikten sonra 2010-2016 arası süreçte iktidarda Erdoğan’ın olduğunu, komuta kademesindeki bütün atamalarda ve terfilerde önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı sıfatıyla kendi imzasının bulunduğunu, dolayısıyla süreçteki atama ve terfi tasarruflarında suç varsa sanığın Erdoğan olduğunu belirtmektedir.

Manşet ve haberin konusu ve içeriği hakkında ise: “Savcı da Balyoz’a “kumpas” diyor ve benim bu haberi yayınlayarak “darbecilik” suçu işlediğimi ileri sürüyor… Ben daha net, daha açık, daha kesin biçimde, Balyoz haberine “kumpas” diyen bu savcı da dahil herkesle bir hesaplaşacağım. Önce “Balyoz” denilen olay neydi, ne zaman, ne şartlar altında yapılmıştı ona bakalım. Balyoz 2003 yılında yani dönemin MİT Başkanı Şenkal Atasagun’un Mustafa Balbay’a “Birinci Ordu darbeye hazır” dediği, dönemin genelkurmay başkanının Birinci Ordu komutanına “Sen darbeye mi hazırlanıyorsun” diye sorduğu dönemde yapılan bir “sıkıyönetim hazırlığı” semineri. Genelkurmay, Birinci Ordunun hazırlıklarının farkında olduğu için “asla sıkıyönetim hazırlıklarını görüşmeyeceksin, asla iç sorunlarla ilgili hazırlık yapmayacaksın” diye kesin emir veriyor. Bir emir yetmiyor, aynı konuda ikinci bir emir daha gönderiyor. Birinci Ordu’nun generalleri ne yapıyor? İki emre de uymuyorlar. Açıkça emre itaatsizlik ediyorlar. Olay, generallerin emre itaatsizliği ile başlıyor. Generaller toplanıp ne tür hazırlıklar yapıyorlar peki? Bütün siyasî parti liderlerini gözaltına almak, isim isim saydıkları belediye başkanlarını değiştirmek, tutuklayacakları 200 bin kişiyi yerleştirecekleri stadyumları belirlemek, “halkı yanlarına çekmek” amacıyla Yunanistan’la bir çatışma çıkarmak için hazırlıklarını ve planlarını görüşüyorlar. Hazırlıklarını yaptıkları daha epey konu var ama bence bu kadarını saymak bile yeterli. Bu hazırlıkları belirleyen konuşmaları da komutanlarının emriyle kaydedip kasete alıyorlar. Benim generallerin bu hazırlıkları yaptıklarına dair kanıtım, gerçekliği tartışmalı olan CD’ler değil. Bizzat kendileri tarafından kayda alınan konuşmalar. O konuşmaları dinleyen herkes bu hazırlıkları dehşetle görür… Konuşma kayıtlarını dinledik, CD’lerdeki yazılı belgeleri inceledik. Doğru olduklarına kanaat getirdik ve yayınladık. Olay bu. Şimdi Balyoz haberine “kumpas” diyen herkesin cevap vermesi gereken bir soru var. Basit bir soru. Şu soruya bu iddianameyi yazan savcı da, bu salonda bulunanlar da, Balyoz haberine “kumpas” diyen gazeteciler, televizyoncular, siyasetçiler de cevap versinler: Bugün Birinci Ordu’nun generallerinin toplanıp, Genelkurmay’ın “asla iç meselelerle ilgili hazırlık yapmayacaksın” emrine açıkça karşı gelerek, “bütün siyasî partilerin liderlerini” gözaltına alma hazırlıkları yapmaları yasal ve doğal mıdır? “Bugün Birinci Ordu’nun generalleri toplanıp siyasetçileri gözaltına alma, belediye başkanlarını değiştirme, 200 bin kişiyi tutuklayıp stadyumlara doldurma, Yunanistan’la çatışma planları yapabilirler, kimse karışamaz” diyor musunuz? Buna gür bir sesle ve açıkça cevap vereceksiniz. “Bugün Birinci Ordu generalleri toplanıp siyasetçileri gözaltına alma planları yapma hakkına sahiptir” diyor musunuz? “Evet, tabii böyle planlar yapabilirler, elbette Genelkurmay’ın emirlerine itaatsizlik edebilirler” diyorsanız bunu açıkça söyleyin. Söyleyin, herkesle birlikte ben de duyayım. Ama bunu söyleyemiyorsanız, “olur mu öyle şey, generaller nasıl siyasetçileri gözaltına alma hazırlığı yapabilirler” diyorsanız, o zaman Balyoz haberlerine “kumpas” diyemezsiniz. Hiçbiriniz diyemezsiniz. Bu savcı da diyemez. Eğer bugün generallerin böyle hazırlıklar yapmalarının suç olduğunu kabul ediyorsanız, bunun 2003 yılında yapılmış olmasının suç olduğunu da kabul etmek zorundasınız. Ve bir suçun belgelerini bulan gazetecinin o belgeleri yayınlaması hem hakkı hem görevidir” savunmasını yaptı.

Gerçekten, içeriğinde senaryo savunmasıyla izah edilemeyecek özel isimlerin yer aldığı, darbe sırasında toplanan kişilerin tutulacağı stadyum gibi mekanların konuşulduğu söz konusu ses kayıtları hakkında, bizzat Çetin Doğan, TV programında, konuşmaların kendine ait olduğunu kabul etti[205].

Nitekim AİHM de örneğin Çetin Doğan başvurusu hakkında bu konuda önemli bir gerçekliğe değinmektedir: “Aralarında başvuran tarafından imzalanmış birçok belgenin de yer aldığı 2.229 sayfa belge, 19 adet CD ve 10 adet teyp kasetinin ve başvuranın konuşma yaptığı toplantılara ait ses kayıtlarının bulunduğu paket, Savcılık tarafından başvuranın Ceza Kanununca şiddetli şekilde cezalandırılan atılı suçu işlediğine dair şüphelere dayanarak yakalanmasından önce ele geçirilmiştir.”[206]

Ahmet Altan gazeteci olarak bulduğu haberi yayınlamanın hem hakkı hem görevi olduğunu belirtirken aynı zamanda, ifade ve basın hürriyetinin hukuk devleti ve demokratik toplum düzeninde ne kadar değerli olduğunu da vurgulamaktadır.

Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda, kamuoyuna yansıyan bilgilerde bile akıl ve mantık kurallarına göre sübutu kesinleşmiş pek çok maddi vakıa ve suç unsuru vardır. Örneğin, istihbaratçı bir albayın “Ben Güneydoğu’da 10.000 terörist yetiştirdim” itirafı[207]; bir orgeneralin, bu günlerde yeni kurulan bir partinin genel başkanlığını yapan, dönemin iç işleri bakanı hanımefendi hakkında, hoyratça, saygısızca ve cüretkâr bir eda ile, Kızılay meydanında yağlı kazığa oturtmaktan söz etmesine ilişkin beyanları[208] hala internette ve YouTube’da duruyor. Böylesine bir tablonun hukuk ve devlet kavramlarıyla bağdaşması imkân ve ihtimal dışıdır.

Ayrıca, gelinen noktada madem terörist(!) görevliler bertaraf edildi, hukuka bağlı yeni görevliler, işin esasını hukuka uygun olarak çözmeli değiller miydi?

Diğer önemli bir husus da, işin usulüne ilişkindir. Sahtelik ve usulsüzlük iddiasında bulunan çevreler, bazı sanıklar hakkında yargılamayı devam ettiriyorlar ve cezalandırılmasını istiyorlar. Mesela Balyoz davasında 7 sanık hakkında dava hala devam ediyor ve temyiz aşamasında Yargıtay savcısı sanıkların cezalandırılması mütalaasında bulundu. Bu da yaman bir çelişki ve kendi aleyhine delil oluşturan trajikomik bir vakıa.

Gözden kaçırılmaması gereken bir hokkabazlık ve sihirbazlık numarası da şudur: Bir an için bu iddiaların doğruluğu varsayılsa bile, bahse konu eylemlerin faili olmayan yüzbinlerce insanın haksız yere tutuklanmasına, işten atılmasına gerekçe olamaz.

7.     Sonuç

İnsanlığın bilinen yaklaşık 10.000 yıllık tecrübesine göre, insanların bir arada barış ve huzur içinde yaşayabilmesinin, bu bağlamda toplumları idare etmenin denenmiş en iyi yolu hukuk devleti ve demokrasidir. Elbette kavramlar için şekilden ziyade içerik, nitelik ve muhteva asıldır. Nitekim şeklen mutlakıyet idaresinde de efsanelere konu olabilecek huzur ve adalet ortamı sağlanabilir; tarihte sağlanan devirler olmuştur. Buna karşılık kayden ve şeklen en şahane demokratik düzende de sureti haktan görünerek, türlü hokkabazlıklar sergileyip toplumu sürü gibi gütmek mümkündür; mamafih bunun da tarihte acı örnekleri pek çoktur. Bununla beraber bütün sistemlerin karşılaştırılmasında tarihin tecrübesine göre, suiistimale en kapalı, en istikrarlı ve insanlara en çok güven veren sistem yine de hukukun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve demokrasidir. Dahası demokrasi ve hukukun üstünlüğü, sürekli yenilenen, geliştirilen, muhkemleştirilen cari ve morfolojik sistemlerdir.

Hukukun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti inşa ve ikame etmenin temel esası, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemdir. Buna göre yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirinden ayrı çalışması ve birbirlerini denetlemesi asıldır. Devletten kaynaklanan bütün kuvvetlerin tek merkezde toplanması çoğu kez suiistimallere ve vahim sonuçlara sebep olduğundan, kuvvetlerin ayrılması vazgeçilmez bir zorunluluktur.

Denetleme görevinin en önemli mercii olan yargının yürütmeden ve yasamadan ayrılığı; bu görevi yerine getiren hâkim-savcıların bağımsızlık ve tarafsızlık vasıfları bu kapsamda hayatî önemi haizdir.

Bundan başka yargılamanın âdil ve alenî yapılması, kanunsuz suç ve cezanın olmaması, yasak veya hukuka aykırı elde edilen delillerin kabul görmemesi, istihbarat verilerinin yargılamada delil olmaması, iletişim verilerinin delil olarak değerlendirilebilmesi için iletişim öncesinden münhasır olgu ve müşahhas kişiye ilişkin hâkimden karar alınması gibi sabit ve zorunlu unsurlar ihdas edilmiştir.

Devlet idaresinde, bütün sistemlerin, kavramların tabanını halk teşkil etmektedir. Halkın da neticede doğrudan kendini ilgilendiren veya etkileyen devlet işlerinde fikrini beyan etmesi, hatta yönetim sürecine katılması, yönetim işlerine iştirak etmesi; bununla yetinmeyip şuurlu ve sorumluluk sahibi, inisiyatif alan fertler olarak yönetimi sürekli denetlemesi beklenir, hatta gerekir ki buna da demokratik toplum düzeni denmektedir.

İfade özgürlüğü demokratik toplum düzeninin kurucu unsurudur. Keza ifade özgürlüğünün en iyi ifade ortamı olan medya özgürlüğü ve sansür yasağı da demokratik toplum düzeninin olmazsa olmazlarındandır. Açık toplum, şeffaf idare anlayışının hakim olduğu bu düzende, vatandaşların bilinçlendirilmesi, haklarının korunması, menfaatlerinin optimum seviyede tahsili, böylece demokrasi ve hukukun üstünlüğü adına en iyi sonuca ulaşılması için sivil toplum da örgütlü, bilinçli, dinamik, sorumluluk sahibi, inisiyatif alan, kamu hizmetlerinde sadece talep eden değil aynı zamanda hizmet sunan, faal bir yapıdır. Bu yüzden bu yapıda örgütlenme, dernekleşme, sendikalaşma, vakıflar, her türlü sivil inisiyatifler ve faaliyetler fevkalade önemlidir. Düzenin ekonomik yanını da serbest piyasa ekonomisi, bankalar, rekabete dayalı serbest ticaret teşkil etmektedir.

Demokratik toplumda şeffafiyet, hesap verebilirlik, asıldır. Bu yüzren yönetim sürekli halkı bilgilendirir, medya ile yakın iletişim halindedir. Ayrıca demokratik toplum düzeninde farklılıklar zenginlik vesilesidir. Bu nedenle muhalefet, aykırı düşünce, betahsis korunur, zıt fikirlerin serbest tedavülüne özen gösterilir. Tek renk, doku, desen ve sesten özenle kaçınmak gerekir. Çünkü teklik gelişmenin ve ilerlemenin durması, bitkisel hayat ve nihayetinde ölüm demektir.

Aslında demokratik toplum düzeni ve hukukun üstünlüğüne dayalı devlet idaresi için gerekli unsurlar ve şartlar AİHM, ABAD, ABD Yüksek Mahkemesi gibi yargı kuruluşlarının yerleşik ve istikrarlı içtihatlarıyla sabitlenmiş, bu husus artık kaziyyei muhkeme haline gelmiştir. Buna göre bir fikir veya hareketin engellenebilmesi için 1) açık ve 2) yakın tehlike arz etmesi; bu tehlikenin 3) personel ve 4) araç-gereç bakımından ciddi ve elverişli olması; 5) güvenlik birimlerinin bunu önleme imkanının olmaması şarttır. Sayılan şartların hepsi birden bulunmuyorsa ifade ve hareket/davranış/eylem özgürlüğü kısıtlanamaz. Çünkü ifade özgürlüğü sadece hoşa giden ifadeler için değil, rahatsız edici, hatta şok edici ifadeler için de geçerlidir. Bilhassa, şok edici ifadeler için daha faydalı ve zorunludur. Zira gelişme zıt fikirlerin münazarası ve çatışması ile gerçekleşebilmektedir.

Kısaca özetlenen demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinden bakınca Türkiye’nin 2013 bahar aylarında Gezi Olayları ile başlayan süreçte, önce doğru istikametten saptığı, bunun sonucunda doğal olarak demokrasi ve hukukun üstünlüğü adına biriktirdiği bütün kazanımların erozyona maruz kaldığı, hatalı uygulamaların giderek sele dönüştüğü ve 15 Temmuz darbe girişiminden itibaren de bir girdap oluşturarak devlet ve hukuk adına ne varsa yutmaya devam ettiği bütün çıplaklığı ile görünmektedir. Dahası eğer önü alınmazsa, girdap ülke sınırlarını aşıp bölgeyi yok edecek, hatta bütün dünyayı etkileyecek bir kara deliğe dönüşmek üzeredir.

Gezi Olaylarından sonra aynı yılın sonunda 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları bahane edilerek, hukukun üstünlüğü ile bağdaşmayacak, soruşturmaların baştan hükümete haber verilmesi, izleme, arama, dinleme gibi sulh ceza mahkemesi hakimlerinden alınan kararların ağır ceza mahkemelerine devredilmesi ve oy birliği şartına bağlanması gibi tuhaf mevzuat değişikliklerine gidilmiş; soruşturmalarda görev yapan güvenlik personeli ile Cumhuriyet savcılarının ve hâkimlerin apar topar değiştirilmesi gibi kasten yanlış uygulamalara girişilmiştir.

Erdoğan ve Hükümet, yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının bağımsız yargı tarafından soruşturulmasını beklemek ve yargının önünü açmak yerine, yapılanların hükümete karşı ‘yargı darbesi’ olduğu iddiasıyla cadı avı başlatmış; öncelikle ‘proje hakimlikler’ sayesinde ülkedeki bütün soruşturmaları kontrolü altına almıştır.

Proje hâkimliklerin göreve başlamasından sonra diktatörlüğün inşasına hız verilmiş; öncelikle ülkenin en büyük gazeteleri ve TV istasyonları dahil olmak üzere aykırı haber veya fikir sunması muhtemel basın susturulmuş, yerine tek merkezden yönetilen, iktidarı alkışlayan ve projelerine göre halkı yönlendiren ‘havuz medyası’ ikame edilmiştir. İfade özgürlüğü insanlar için ateşten kor haline gelmiş, aykırı fikri olan hapsi göze almadan ağzını açamaz, kalem oynatamaz, hatta cep telefonunda ‘beğen’ veya ‘retweetle’ seçeneklerini tıklayamaz hale gelmiştir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla insanlar aleyhine açılan ceza veya tazminat davalarında patlama yaşanmış; bu tür davalarda aleyhe karar veren savcı ve hakimler süresi dolmadan, talebi olmadan, kararname dönemi de beklenmeden alelacele tayinleri çıkarılmıştır. Türkiye bir iki yıl içinde hukukun üstünlüğü endeksinde altmışlardan sıranın en sonlarına çakılmış, demokrasi ve hukukun üstünlüğü bakımından üçüncü dünyaya örnek ve model olarak gösterilirken hepsinin en gerisine düşmüştür.

‘İfade özgürlüğü’ diktatörlüğe esir düşmüş, basın yazılı, görsel, işitsel, kurumsal veya vatandaş gazeteciliği gibi bütün sürümleri ve çeşitleriyle susturulmuş, ortam ‘havuz medyası’ namıyla ünlenen farklı renklere boyanmış fakat yekpare ve aynı tondan ses veren bir ucubeye dönüştürülmüştür.

Hal böyle olunca Erdoğan veya diğer idarecilerin bazen aynı gün içinde, birbirine taban tabana zıt sergiledikleri söylem ve eylemleri hakkında hiç kimse soru dahi soramaz duruma düşmüş; sadece yapılan her icraat, söylenen her söz takdir ve alkış görür hale gelmiştir.

Yönetimin söylem ve eylemlerindeki tezatlar yargı uygulamalarına da yansımıştır. Mesela bütün iddianamelerde ve gerekçeli kararlarda, hedef alınan Hizmet Hareketi’nin 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte silahlı terör örgütü haline geldiği iddia ve kabul edilmesine rağmen; yüzbinlerce insan ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ isnadıyla takibe tutulurken 15 Temmuz öncesi eylemlere dayanılmaktadır. Üstelik eylem olarak sıralanan, bankaya para yatırma veya hesap açma, özel okulda çocuk okutma, bakanlar kurulunca hatta BM tarafından himaye gören ve partner olarak seçilen Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışta bulunma, sendikaya üye olma, derneğe üye olma, ByLock uygulamasını indirme, cebinde, evinde veya arabasında Zaman gazetesi nüshası bulunması, 1 $ bulundurma gibi olguların hemen hepsi serbest olarak tedavül gören nesneler veya bizzat devlet ve hükümetin kontrolündeki, hatta teşviki ile yürütülen faaliyetlerdir. Nitekim bunların hemen hepsinde ya bizzat Erdoğan veya diğer hükümet yetkilileri katılıp teşvik ve takdir etmiş, devlet kurumları hem sürekli denetlemiş hem de bizzat eylemlere iştirak etmiştir. Mesela örgüt üyeliğine delil olarak kabul edilen öğretmenler için sendika üyeliğini teşvik için aidatının bir kısmı hazine tarafından karşılanmış, sonra da sendikaya üye olan öğretmenler örgüt üyeliğinden soruşturmaya alınmıştır. Keza Bank Asya’ya 17/25 Aralık 2013 den sonra para yatırmak örgüt üyeliği için yeterli görülürken, bahsi geçen banka 15 Temmuz 2016 sonrasına kadar üstelik TMSF idaresinde faaliyetlerini sürdürmüştür. Dahası, TMSF nin atadığı yönetim 03/02/2015 tarihli basın açıklamasıyla, bankanın öncesinden daha güçlü olduğunu belirterek halka mevduatı artırma çağrısı yapmıştır.

Terslikler, tuhaflıklar ve tezatlar sadece bunun gibi kronolojiyle sınırlı da değildir. Örneğin en çok mağduriyet vesilesi olan ByLock uygulaması hakkında havuz medyası önce darbecilerin ByLock tan haberleştiklerini manşet yapmış, bu uygulamanın darbe girişiminde altı ay kadar önce tedavülden ve hizmet sunumundan kaldırıldığı ortaya çıkınca aynı gazeteler aksi yönde haberler yapmış, tabiatıyla önceki manşetlerini görmezden gelmişlerdir. Bu haliyle bile tutarlı ve dengeli uygulama yoktur. Mesela Cumhuriyet Gazetesi’nden Gazeteci Kadri Gürsel’i arayan kişinin telefonunda ByLock yüklü olduğu için Gürsel örgüt üyeliğinden soruşturma geçirirken, uygulamayı kullanan 120 civarındaki AKP li milletvekili, bakan ve üst düzey yetkililer hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır.

Hukuk ve demokrasiden sapıp diktatörlükte karar kılınca bunun gibi sonuçların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Adalet mülkün ve devletin temeli olduğuna göre, her halükârda adaletten ve aklın, bilimin, hukukun gösterdiği yoldan ayrılmamak gerekir. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, sosyal hukuk devleti, şeffaflık, hesap verebilirlik, temel haklar ve hürriyetler, ifade ve basın özgürlüğü gibi kavramlar insanlığın binlerce yıllık ortak birikimi ve mirasıdır.

Zaten bu ilkelerden ve hukukun üstünlüğünden sapınca, fiziğin kuralları gibi, derhal sonuçlar ortaya çıkmakta, insanların refahı, piyasa ekonomisi, toplumun huzur ve sükunu, devletin düzeni, kamu hizmetlerinin sunumu otomatikman değişmektedir.

Bu durum yerçekimi kanunu gibi asla değişmeyecek bir düzendir. Öyleyse hasar ve zarar ne olursa olsun, yanlış yolda nereye varılırsa varılsın, tek çıkar yol yine hukukun üstünlüğü ve demokrasidir. Bunun dışında, yok olmanın dışında başka seçenek yoktur.

 

İÇİNDEKİLER

  1. Bütüncül Bakış. 2

1.1      Gezi Olayları 3

1.2      17-25 Aralık 2013 Operasyonları ve Önemli Yolsuzluk Soruşturmaları 3

1.3      Yapısal Değişiklikler 6

1.4      Yargı ve Proje Mahkemeler 9

1.5      Basın- ve İfade Özgürlüğü. 12

  1. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi 13

2.1      Darbe Girişimi Öncesi Çatışan Taraflar ve Durumları 13

2.1.1       Recep Tayyip Erdoğan ve Hükümet 13

2.1.2       Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi 15

2.2      Olaylar 18

2.3      Tepkiler ve Sonuçlar 18

  1. Hizmet Hareketi ve Fethullah Gülen. 21

3.1      Eğitim ve Kültür 21

3.2      Fakirlikle Mücedele. 22

3.3      Diyalog, Barış ve Hoşgörü. 22

3.4      Fethullah Gülen veya Hizmet ve Terör 23

  1. Fethullah Gülen ve Kaziyye-i Muhkeme. 24
  2. Silahlı Terör Örgütü İddia ve İsnadı 25

5.1      Genel Olarak. 25

5.2      17/25 Aralık 2013 Tarihinin Milat Olarak Kabulü. 27

5.3      Türk Terör Mevzuatı 27

5.4      Törör Örgütü Üyeliği Suçu ve Manevî Unsur 28

5.5      Bank Asya. 30

5.6      Kimse Yok Mu Derneği 32

5.7      Sendikalar ve Dernekler 33

5.8      Gazete Aboneliği, Digitürk Aboneliği 33

5.9      ByLock. 35

  1. Ergenekon, Balyoz ve Önemli Davalar 38

6.1      Tarihî Süreç ve Gladio Yapılanması 38

6.2      Avrupa Parlamentosu’nun Kararı 39

6.3      Türkiye’de Durum.. 40

6.4      Erdoğan’ın Savcılıktan Avukatlığa Geçişi 41

6.5      Balyoz Davası ve Ahmet Altan. 42

  1. Sonuç. 44

 

[1] http://www.sonsayfa.com/Haberler/Guncel/Nobel-Baris-Odulunu-Erdogan-alabilir-133321.html

[2] http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki-girisimi.tr.mfa

[3] http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=uriserv:OJ.C_.1990.324.01.0186.01.ENG (No C 324/201)

https://en.wikisource.org/wiki/European_Parliament_resolution_on_Gladio

[4] https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/pdf/key_documents/2010/package/tr_rapport_ 2010_en.pdf , sayfa 7

https://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_2010.pdf

[5] http://www.gazetevatan.com/-evet-ergenekon-un-savcisiyim–189246-siyaset/

https://www.youtube.com/watch?v=SoJyOvuSob8

[6] http://www.star.com.tr/yazar/ellerinde-nur-mu-var-topuz-mu-yazi-820061/

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/yalcin-akdogan-o-cemaat-orduya-kumpas-kurdu-25431903

[7]  https://www.haberler.com/basbakan-erdogan-ordu-da-2-5452360-haberi/

[8] https://tr.wikipedia.org/wiki/Gezi_Park%C4%B1_protestolar%C4%B1

[9] https://www.keele.ac.uk/journal-globalfaultlines/publications/geziReflections.pdf

[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/17_Aral%C4%B1k_yolsuzluk_ve_r%C3%BC%C5%9Fvet_soru%C5%9Fturmas%C4%B1

[11] https://www.youtube.com/watch?v=jreStP2jmOI

https://www.birgun.net/haber-detay/her-seyi-basbakan-in-emri-ve-bilgisiyle-yaptik-72741.html

[12] http://www.haber7.com/siyaset/haber/1108231-erdogan-kula-kulluk-olmaz-allaha-kul-olun

[13] http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-bu-cadi-avini-yapacagiz

http://t24.com.tr/haber/erdogan-cadi-aviysa-biz-bu-cadi-avini-yapacagiz-bunu-da-bilin,258112

[14] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131221.pdf

[15] https://www.youtube.com/watch?v=0aFYy_NJsl8

https://www.youtube.com/watch?v=5MGUwhjArug

https://odatv.com/iste-o-insani-yardim-malzemeleri-2905151200.html

[16] https://www.birgun.net/haber-detay/17-25-aralik-darbe-mi-arastirilsin-onerisi-akp-oylariyla-reddedildi-98824.html

[17] http://www.herkul.org/herkul-nagme/401-nagme-yolsuzluk/

[18] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/gulen-duama-amin-diyebilmelerini-beklerdim-26030422

[19] https://bianet.org/bianet/kriz/197220-hakan-atilla-ya-32-ay-hapis-cezasi-verildi

[20] http://www.haber7.com/dis-politika/haber/2515349-riza-sarraf-davasinda-juri-kararini-verdi/?detay=1

[21] http://bianet.org/bianet/kriz/200295-sarraf-i-yakalayan-fbi-ajanlarina-odul-toreni-erdogan-yonetimi-ajanlari-tehdit-etti?bia_source=rss

[22] Yeni Nesil Terör: FETÖ nün Analizi, FETÖ Çalıştay Raporu; Polis Akademisi Başkanlığı, Ekim 2017, Ankara, sayfa: 36-38

https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/1-YEN%C4%B0%20NES%C4%B0L%20TER%C3%96R-FETONUN%20ANALIZI.pdf

[23] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/12/141212_17_25_aralik_operasyonu_neler_oldu_10_soruda

[24] http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131221.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131221.htm

[25] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6526.html

[26] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6763.html

[27] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6545.html

[28] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6572.html

[29] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?P4=22285&P5=H&PAGE1=1&PAGE2=89

[30] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6723.html

[31] https://hudoc.echr.coe.int/tur#{%22itemid%22:[%22001-163113%22]}

[32] http://www.karar.com/guncel-haberler/yargitaya-100-danistaya-12-yeni-uye-secildi-iste-isimler-914737#

[33] http://www.taa.gov.tr/indir/ceza-yargilamasinin-tarihcesi-bWFrYWxlfDI2ZjY4LWJmM2I2LTgwNGYwLTYxNGYwLnBkZnwzNDc/

[34] http://www.aksam.com.tr/siyaset/paralel-yargi-c2turkiyeyi-bitirir/haber-318147

[35] http://www.aktifhaber.com/erdogan-daha-bitmedi-bu-baslangic-1021469h.htm

[36] http://www.grihat.com.tr/bunlarin-defterini-durecegiz-11949h.htm

[37] https://www.youtube.com/watch?v=ok1R_ne8I1M

[38] http://www.halkinhabercisi.com/akpye-ozel-yargi-tamam-112-super-yetkili-hakim

[39] https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2017)004-tur

[40] http://haber.star.com.tr/politika/basbakan-erdogan-paralel-yapiyla-mucadele-etmeyen-bedelini-agir-oder/haber-915819

[41] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/hsyk-6-super-h-kim-atadi-26832415

[42] http://www.milliyet.com.tr/amirlere-sahur-operasyonu-gundem-1915779/

[43] http://haber.star.com.tr/guncel/erdogandan-operasyon-yorumu-bu-daha-baslangic/haber-917107

[44] http://www.tr724.com/kilicdaroglu-hakimler-adalet-bakanliginin-dagittigi-kitapciga-gore-karar-veriyor/

[45] https://odatv.com/hsk-o-skandali-dogruladi-05031855.html

[46] http://tsjustice.info/wordpress/wp-content/uploads/2017/04/scansione0018.pdf

[47] https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/02/11/turkiye-hukukun-ustunlugu-endeksinde-sinifta-kaldi/

[48] Yeni Nesil Terör: FETÖ nün Analizi, FETÖ Çalıştay Raporu; Polis Akademisi Başkanlığı, Ekim 2017, Ankara, sayfa: 5

https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/1-YEN%C4%B0%20NES%C4%B0L%20TER%C3%96R-FETONUN%20ANALIZI.pdf

[49] Adı geçen rapor, sayfa: 44

[50] http://t24.com.tr/haber/hsyk-baskanvekili-yilmaz-hakim-ve-savcilar-darbeden-degil-fetoden-gorevden-alindi,351639

http://www.memleketimbolu.com/haber/13335/yilmaz-feto-listesi-bir-gecede-yapilmadi-3-yildir-calisiyorduk

[51] http://m.milliyet.com.tr/bassavci-yurdagul-den-feto-sorusturmalarina-corum-yerelhaber-2509520/

[52] https://rsf.org/en/turkey

[53] http://www.diken.com.tr/khk-bilancosu-bugune-dek-116-basin-yayin-kurulusu-kapatildi/

[54] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-44799489

[55] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42338426

[56] Akdeniz, Yaman & Altıparmak, Kerem; Türkiye’de Can Çekişen İfade Özgürlüğü: OHAL’de Yazarlar, Yayıncılar ve Akademisyenlerle İlgili Hak İhlalleri

https://www.englishpen.org/wp- content/uploads/2018/03/Turkey_Freedom_of_Expression_in_Jeopardy_TUR.pdf

[57] https://www.dw.com/tr/be%C5%9F-soruda-t%C3%BCrkiyede-bas%C4%B1n-%C3%B6zg%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC/a-43625621

[58] https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/01/09/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-basin-ozgurlugunde-dunyanin-onde-gelen-ulkeleri-arasinda/

[59] http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/227773/Erdogan__Kabatas_yalani_ni_devam_ettirdi.html

[60] https://onedio.com/haber/polisin-kabatas-raporu-ustu-ciplak-kimse-yok-amirim–467499

http://t24.com.tr/haber/kabatasta-yalan-kesin-rivayet-muhtelif-iste-emniyetten-elif-cakira-zehra-gelin-metinleri,290216

[61] https://www.youtube.com/watch?v=rP6W_h8xbDc

[62] https://www.youtube.com/watch?v=j9cvCUubGKk

[63] http://t24.com.tr/haber/camide-icki-ictiler-iddiasini-yalanlayan-muezzin-tesekkur-beklerken-tenzil-edildim,277963

[64] https://www.timeturk.com/5-yil-once-mavi-marmara-da-ne-oldu/haber-108512

[65] https://www.ntv.com.tr/dunya/fethullah-gulen-israilden-izin-almaliydilar,kIC_HTknIEavwlzh-VOxdg

[66] https://www.youtube.com/watch?v=9OX8IsUsNKQ

[67] https://www.youtube.com/watch?v=mBDkEqq5ouM

[68] https://www.birgun.net/haber-detay/google-earth-in-gordugu-erdogan-in-urla-villalarini-savcilik-goremedi-73091.html

[69] https://www.youtube.com/watch?v=ZlAd81QZR_s

[70] https://www.ulusal.com.tr/gundem/iste-erdogan-ailesinin-catalca-villalari-h21546.html

[71] https://www.youtube.com/watch?v=vi23YRtS6_E

[72] https://odatv.com/erdoganin-diplomasi-sahte-diyorum-niye-beni-mahkemeye-vermiyor-0406151200.html

[73] https://www.youtube.com/watch?v=9dPj0o9PAJY

https://www.abcgazetesi.com/arsiv/firat-belgelerle-anlatti-tayyip-erdoganin-diplomasi-yoktur/haber-18161

[74] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160322_riza_zarrab_abd_gozalti

[75] https://odatv.com/rusya-turkiye-isid-belgelerini-bmye-sundu-0104161200.html

[76] https://m.bianet.org/bianet/siyaset/174199-cumhurbaskani-erdogan-ve-uluslararasi-ceza-mahkemesi

[77] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/563380/Salih_Muslim__Erdogan_i_UCM_de_yargilatacak_belgeler_ABD_ve_Rusya_da.html

[78] https://www.takvim.com.tr/guncel/2013/12/07/putine-okul-resti-cekti

[79] https://www.youtube.com/watch?v=Ml01ttlPOSk

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11-turkce-olimpiyatlarinda-gorkemli-kapanis-23521945

[80] http://www.tr724.com/cumhurbaskanligi-sozcusu-mitin-cetelerle-anlasip-yurtdisinda-adam-kacirma-operasyonlarini-kabul-etti-erdoganin-net-talimati-var/

[81] https://www.youtube.com/watch?v=-lDghRap45M

[82] https://www.haberler.com/afrika-birligi-ile-kimse-yok-mu-arasinda-dev-7244449-haberi/

[83] http://www.shaber3.com/afrikada-kimse-yok-mu-araciligiyla-1000-okul-acacak-haberi/1108848/

[84] https://www.haberler.com/kimse-yok-mu-nun-selsebil-kuyulari-3-bini-gecti-7965759-haberi/

[85] http://www.corumhaber.net/guncel/kimse-yok-mu-dernegi-kurban-bayraminda-550-bin-kisiye-ulasti-h46295.html

[86] https://www.haberler.com/tuskon-un-ticaret-koprulerinden-30-milyar-dolar-5555077-haberi/

[87] http://www.shaber3.com/160-ulkeden-2-500-ogrenci-costuracak-haberi/1256967/

[88] http://www.fethullahgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-haberler/fethullah-gulen-hakkinda-2007-haberleri/14594-Zaman-Turkce-Olimpiyatlarina-Avrupa-Dil-Odulu

[89] https://i.ytimg.com/an_webp/sBJQ93uiMB4/mqdefault_6s.webp?du=3000&sqp=CMrQ0t0F&rs=AOn4CLDga6yXyLL1-SEKP7QGcLsSsOG60A

[90] https://www.youtube.com/watch?v=qkQMXTDfHpg

[91] https://www.youtube.com/watch?v=Ph7blwY1qYI

[92] https://www.youtube.com/watch?v=epTFVNEJERQ

[93] https://www.youtube.com/watch?v=3paNjUg4FVU

[94] http://www.bagimsizgazete.com/fransa-cumhurbaskani-hollandeden-turkce-olimpiyatlarina-mesaj/

[95] https://i.ytimg.com/an_webp/cK5IMuXLyNk/mqdefault_6s.webp?du=3000&sqp=CK_G0t0F&rs=AOn4CLCX595CefK3f7jLHgMMRom52Pf2AQ

[96] http://arsiv.yenihayatgazetesi.com/19508-19508

[97] http://www.milliyet.com.tr/bruksel-havalimaninda-patlama/dunya/detay/2213893/default.htm

[98] https://www.youtube.com/watch?v=pR_SOT1gW4w

[99] http://www.shaber3.com/eurovision-1-si-jamala-surpriz-yapti-haberi/1258076/

[100] https://www.youtube.com/watch?v=t51jNqo7tlw

[101] https://twitter.com/15temmuzgercegi/status/882690389572026373

[102] https://www.youtube.com/watch?v=lO-3i5OduwI

[103] http://www.tr724.com/bunlari-da-ortaya-cikarsana-selvi/

[104] http://www.ihop.org.tr/2018/04/17/olaganustu-hal-uygulamalari-guncellestirilmis-durum-raporu/

[105] Uluslararası Af Örgütü, Dönüşü Olmayan İhraçlar? Türkiye’de Kamudan İhraç Edilenler İçin Etkin Çözüm Yok

https://www.amnesty.org.tr/public/uploads/files/Purged%20Beyond%20Return_Report_EN.pdf

https://www.amnesty.org.tr/public/uploads/files/Purged%20Beyond%20Return_Report_TR%281%29.pdf

[106] Uluslararası Af Örgütü, Türkiye: Olağanüstü Hâl Sona Erdi, Ancak İnsan Haklarındaki Geriye Gidişi Tersine Çevirecek Acil Tedbirlere İhtiyaç Var (Haber, 18 Temmuz 2018), https://www.amnesty.org/en/latest/campaigns/2018/07/turkey-state-of-emergency-lifted/

[107] Uluslararası Af Örgütü, Fırtınaya Göğüs Germek: Türkiye’deki Korku İkliminde İnsan Haklarını Savunmak (İndeks: EUR 44/8200/2018)

https://www.amnesty.org/download/Documents/EUR4482002018TURKISH.PDF

[108] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/ARASTIRMA_ONERGESI_GD.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=1343

[109] http://www.sosyaldemokratdergi.org/zeynel-emre-15-temmuz-darbe-arastirma-komisyonu-ve-akp/

[110] http://t24.com.tr/haber/darbe-komisyonu-baskani-petek-fidan-ve-akarin-dinlenmesi-talebini-oylatmadi,377064

[111] http://www.diken.com.tr/akp-oylariyla-darbenin-siyasi-ayagi-icin-komisyon-onergesi-reddedildi/

[112] http://zamanamerika.com/haberler/yazarlar/ali-emir-pakkan/15-temmuzda-olenlerin-otopsisi-neden-yapilmadi/

[113] https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/balistik-raporlar-neden-aciklanmiyor-1933084/

[114] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201805181033499809-bekir-bozdag-muharrem-ince-gulen-iade/

[115] https://www.youtube.com/watch?v=bn8I8KPgk70

[116] https://www.youtube.com/watch?v=ynuQUKinW-0

[117] http://www.tr724.com/fethullah-gulen-15-temmuz-erdogan-avanesi-tarafindan-kurgulanmis-haince-bir-senaryoydu/

[118] Alman Focus Dergisi, 24 Temmuz 2016, sayfa: 26

ŞOK!!!.. Focus dergisi: İngiliz istihbaratı, Türk hükümetinin darbenin ilk yarım saatindeki maillerini ele geçirdi: YARIN TEMİZLİK BAŞLATILSIN, DARBE GÜLEN’E YIKILSIN!..

[119] http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38646182

[120] https://www.youtube.com/watch?v=NuSyeTI1JRM

[121] https://medium.com/@HaberdarMedya/nato-kaynaklar%C4%B1-darbe-erdo%C4%9Fan-taraf%C4%B1ndan-tezgahland%C4%B1-cedb6e0d2141

HAYDİ HAYIRLI İŞLER

[122] https://tr.euronews.com/2017/07/13/batili-istihbarat-orgutlerinin-15-temmuz-raporlari

[123] https://www.youtube.com/watch?v=FgHHHUKXjv4

[124] http://www.herkul.org/bamteli/bamteli-hizmete-kumpas/

[125] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/gulen-hakkinda/aydinlarin-gozuyle-fethullah-gulen-hocaefendi/45275-donald-daniel

https://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-kose-yazilari/2010-kose-yazilari/18514-Dr-Iman-Kandil-Turkiyede-Sahabe-Ruhunun-Ihyasi

[126] http://www.shaber3.com/afrikada-kimse-yok-mu-araciligiyla-1000-okul-acacak-haberi/1108848/

[127] https://www.haberler.com/kimse-yok-mu-nun-selsebil-kuyulari-3-bini-gecti-7965759-haberi/

[128] https://www.haberler.com/tuskon-un-ticaret-koprulerinden-30-milyar-dolar-5555077-haberi/

[129] http://www.bankasya.com.tr/docs/pdf/2015_1_donem_solo.pdf

[130] https://media.turuz.com/her_konu-2019-6/5879-Bir_Portre_Denemesi-M.Fethullah_Gulen-Ali_Unal-1993-223s.pdf

[131] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/2602-Fethullah-Gulen-Papa-Ile-Gorusme

[132] https://books.google.de/books?id=Xva_CwAAQBAJ&pg=PT251&lpg=PT251&dq=fethullah+g%C3%BClen+gazeteciler+ve+yazarlar+vakf%C4%B1nda+konu%C5%9Ftu&source=bl&ots=1gqHkwktIQ&sig=uRX9iBtnmvo2i8zcMBjMgumXvCY&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwjQ5OGo4vfdAhVvoosKHaRBDfQ4ChDoATADegQIBhAB

[133] https://www.youtube.com/watch?v=ynuQUKinW-0

[134] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/musluman-terorist-terorist-musluman-olamaz-63617

[135] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulenin-kursu-akademi-yazilari/fethullah-gulen-2001-kursuleri/11901-Fethullah-Gulen-Musluman-Terorist-Olamaz

[136] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/18889-Fethullah-Gulen-Insan-Haklari

[137] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/223-Fethullah-Gulen-Ataturk-ve-Cumhuriyet-

[138] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/222-Fethullah-Gulen-Laiklik

[139] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/227-Fethullah-Gulen-Devlet-ve-Seriat

[140] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/221-Fethullah-Gulen-Demokrasi

[141] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/3630-Fethullah-Gulen-Siyaset

[142] https://fgulen.com/tr/fethullah-gulen-kimdir/fethullah-gulenin-gorusleri/225-Fethullah-Gulen-Cihad-ve-Teror

[143] https://www.mgk.gov.tr/index.php/26-mayis-2016-tarihli-toplanti

[144] https://www.youtube.com/watch?v=amwB0RaMpoc

[145] https://www.takvim.com.tr/guncel/2016/05/30/hukumetten-onemli-feto-karari

[146] http://www.iha.com.tr/haber-cumhurbaskani-erdogan-ihanetin-bedelini-cok-agir-odeyecekler-573526/

[147] http://www.trt.net.tr/francais/turquie/2016/08/19/article-d-ibrahim-kalin-bruxelles-a-un-probleme-555000

[148] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/604177/HSYK__ihraclarin_neden_darbeyi_bekledigini_acikladi.html

[149] Yeni Nesil Terör: FETÖ nün Analizi, FETÖ Çalıştay Raporu; Polis Akademisi Başkanlığı, Ekim 2017, Ankara, sayfa: 36

https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/1-YEN%C4%B0%20NES%C4%B0L%20TER%C3%96R-FETONUN%20ANALIZI.pdf

[150] https://www.youtube.com/watch?v=7-6yLn233fk

[151] http://www.internethaber.com/bank-asyada-parasi-olanlar-ne-yapacak-tmsf-acikladi-1701435h.htm

[152] https://tr.wikipedia.org/wiki/Kimse_Yok_Mu_Derne%C4%9Fi

[153] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdoganin-kimse-yok-mu-dernegine-destek-goruntuleri-ortaya-cikti-451v.htm

[154] http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2018/04/Ola%C4%9Fan%C3%BCst%C3%BC-Hal_17042018.pdf

[155] https://www.star.com.tr/yazar/hukukcu-diyor-ki-yazi-1227444/

[156] AİHM, BN: 49017/99, KT: 17/12/2004, (Büyük Daire), Pedersen and Baadsgaard/Denmark, pr 71

AİHM, BN: 17224/11, KT: 27/06/2017, (Büyük Daire), Medžlıs Islamske Zajednıce Brčko and Others/Bosnıa

and Herzegovına, pr 86-88

[157] https://www.youtube.com/watch?v=IpNuAb2aIjo

[158] http://zikipedia.herokuapp.com/wiki/Zaman_gazetesi#%C3%96d%C3%BCller

[159] http://www.habervitrini.com/medya/zaman-gazetesine-uluslararasi-tasarim-oskari-verildi-61007

[160] http://www.medyaradar.com/zaman-gazetesine-uluslararasi-baski-kalitesi-odulu-haberi-48948

[161] http://zaman.bg/toplumsal-barisa-katki-odulleri-sahiplerini-buldu/

[162] Yeni Nesil Terör: FETÖ nün Analizi, FETÖ Çalıştay Raporu; Polis Akademisi Başkanlığı, Ekim 2017, Ankara, sayfa: 38

https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/1-YEN%C4%B0%20NES%C4%B0L%20TER%C3%96R-FETONUN%20ANALIZI.pdf

[163] https://magdurhakimlervesavcilar.wordpress.com/2017/05/19/ugruna-onlarca-sahte-fotomontaj-ve-mesaj-icerigi-haberi-yapilan-ama-sonradan-vazgecilen-bir-yalan-darbe-sirasinda-bylock-kullanildi/

[164] https://mobile.twitter.com/EmreErcis1/status/914168446270795777

[165] http://odatv.com/birileri-bylocku-sifirliyor-2002171200.html

[166] http://m2.shaber3.com/mahkemeye-gonderilen-bylock-icerik-raporu-herkesi-guldurdu-haberi-1292738.html

[167] https://mobile.twitter.com/EmreErcis1/status/914168446270795777

[168] https://twitter.com/tuncaybesikci/status/1051017522399637504

[169] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/893991/Bassavcilik_tan_davalarin_seyrini_degistirecek_ByLock_aciklamasi__1000_kisinin_tahliyesini_isteyecegiz.html

[170] http://www.trthaber.com/m/?news=hukukcular-mor-beyin-tuzagini-kamuoyu-ile-paylasti&news_id=345241&category_id=2

[171] https://www.memurlar.net/haber/738299/4-uzman-bylock-icin-ozel-rapor-hazirladi.html

[172] https://odatv.com/yazar/muyesser-yildiz/40-bin-kisilik-yeni-bylock-skandali-mi-25091830.html

[173] https://mobile.twitter.com/eminagaoglu/status/914108825313189888

[174] http://www.shaber3.com/61-akpli-milletvekili-ve-bakanda-bylock-var-haberi/1286825/

[175] https://web.archive.org/web/20150322201135/https://play.google.com/store/apps/details?id=net.client.by.lock.

[176] http://www.hurriyet.com.tr/iste-by-lock-david-keynes-40257030

[177] http://www.hurriyet.com.tr/iste-by-lock-david-keynes-40257030

[178] https://apkpure.com/bylock-secure-chat-talk/net.client.by.lock

[179] AYM, BN: 2013/533, T: 09/01/2014

[180] AİHM, BN: 9248/81, KT: 26/03/1987, Leander/İsveç, pr: 48,59; AİHM, BN: 27798/95, KT: 16/02/2000, Amann/İsviçre, pr: 65, 69,70; AİHM, BN: 28341/95, KT: 02/05/2000, Rotaru/Romanya, pr: 43, 44; vb

[181] https://mobile.twitter.com/HuseyinAygun62/status/869102566029881344

https://mobile.twitter.com/Aylinozcelik3/status/804292919465283585

[182] AİHM, İkinci Daire, Sezgin TANRIKULU / Türkiye, BN: 27473/06, KT: 18/07/2017

[183] AİHM, İkinci Daire, Sezgin TANRIKULU / Türkiye, BN: 27473/06, KT: 18/07/2017, Paragraf: 56; bkz. Avrupa Entegrasyonu ve İnsan Hakları Derneği ve Ekimdzhiev / Bulgaristan, no 62540/00, § 80, 28 Haziran 2007, Liberty and Others – Birleşik Krallık, no 58243/00, §§ 64 ve 65 1 Temmuz 2008 Klass ve Diğerleri / Almanya, 6 Eylül 1978, § 51, Seri A no. 28, Kennedy – Birleşik Krallık, no. 26839/05, § 160, 18 Mayıs 2010 ve Roman Zakharov, § 264

[184] https://foxitsecurity.files.wordpress.com/2017/09/bylock-fox-it-expert-witness-report-english

[185] https://www.europol.europa.eu/newsroom/news/closing-online-crime-attribution-gap-european-law-enforcement-tackles-carrier-grade-nat-cgn

[186] https://koray.peksayar.org/bylock-kullanici-tespitleri-ve-yargilamalara-etkisi-uzerine-degerlendirmeler/

[187] https://odatv.com/yazar/muyesser-yildiz/40-bin-kisilik-yeni-bylock-skandali-mi-25091830.html

[188] https://tr.wikipedia.org/wiki/Gladio

[189] https://en.wikisource.org/wiki/European_Parliament_resolution_on_Gladio

[190] http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=uriserv:OJ.C_.1990.324.01.0186.01.ENG (No C 324/201)

[191] https://www.youtube.com/watch?v=lA23871bsho

[192] İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (TMK 10. Maddesi ile Yetkili) E: 2009/191, K: 2013/95 sayılı gerekçeli

kararı, Giriş bölümü, sayfa: 2, dipnot: 2

[193] http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_2002.pdf

http://www.ab.gov.tr/files/5%20Ekim/son__2016_ilerleme_raporu_tr.pdf

[194] https://www.youtube.com/watch?v=Epr3n9wSdbQ

http://www.gazetevatan.com/-evet-ergenekon-un-savcisiyim–189246-siyaset/

[195] https://www.haberler.com/ab-den-ergenekon-davasina-destek-demokrasi-icin-haberi/

[196] http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_2010.pdf

sayfa: 7

[197] https://www.youtube.com/watch?v=qOy0LQAksjo

https://www.youtube.com/watch?v=nPOmZvLi-9s

[198] http://www.star.com.tr/yazar/ellerinde-nur-mu-var-topuz-mu-yazi-820061/

[199] AİHM, T: 10/02/2012, Başvuru No: 28484/10, Çetin DOĞAN v. Türkiye

AİHM, T: 12/02/2013, Başvuru No: 53329/12, Ali Rıza SÖZEN v. Türkiye

AİHM, T: 19/02/2013, Başvuru No: 58223/10, Cem Aziz ÇAKMAK v. Türkiye

[200] Yargıtay 9. CD, T: 2013/9110, K: 2013/12351, sh: 17

[201] Yargıtay 9. CD, T: 2013/9110, K: 2013/12351, sh: 20

[202] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201810021035483225-istinaf-mahkemesi-altanlar-ile-ilicak-in-cezasini-onadi/

[203] http://image.haber7.com/haber/haber7/archive/tarafffjpg_h823.jpg

[204] http://t24.com.tr/haber/iste-ahmet-altanin-savunmasinin-tam-metni,409761

[205] http://www.haberturk.com/video/haber/izle/emekli-org-cetin-dogan-teke-tekte/40724

http://www.sacitaslan.com/cetin-dogan-pasa-serefi-ustune-yemin-etti-video-5964

https://www.youtube.com/watch?v=vH9jIglznDg

[206] AİHM, T: 10/02/2012, BN: 28484/10, Çetin DOĞAN v. Türkiye, pr: 82

[207] https://www.timeturk.com/tr/2010/09/22/10-bin-terorist-yetistirdim.html

[208] https://www.youtube.com/watch?v=KrWwZEO2gWE

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu