Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında, 24 Aralık 2017’de çıkarılan 695 ve 696 sayılı KHK’lar ile, cezaevinde tutuklu bulunan bazı sanıklar için, duruşmalarda badem kurusu ve gri renkte tulum giyme zorunluluğu getirildi (1). Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu düzenlemeyi anlatırken, benzer uygulamayı, Amerika’nın Guantanamo’da bulunan cezaevinde de uyguladığını söylemişti (2).
Modern dünyada, ceza infaz rejimlerinde tek tip kıyafet uygulamasının savunulabilen tek gerekçesi, mahpusların maddi durumlarının sebep olacağı eşitsizliğinin önüne geçmek veya mahpusların hapishaneden kaçma risklerinin en aza indirilmesidir. Oysa bugün, özellikle dünyadaki otoriter (Çin, Kazakistan gibi) rejimler bu uygulamadan taviz vermezken, batılı ülkelerin birçoğunda (Almanya ve İsveç gibi) bu uygulama, herhangi bir fayda sağlamadığı gerekçesiyle terk edilmiş durumdadır. Amerika’nın kendi içinde çok farklı uygulamalar olmakla beraber, Erdoğan’ın örnek olarak verdiği Guantanamo ise dünyanın insanlık namına utanç kaynağı olan yerlerden birisidir. Burası, 11 Eylül saldırısının ardından, ABD’nin Afganistan’ı işgalinden sonra Küba’da bir Amerikan üssünde kurulmuş esir kampıdır. Bu kampın ABD’nin dışında kurulmasının sebebi, mahkumları ABD’nin hukuk kurallarının dışında tutabilmek, yani mahkumlara yönelik gerçekleştirilen insan hakkı ihlallerini gizleyebilmektir. Burada mahkumlara yapılan işkence görüntüleri tüm dünyaya yayılmış ve çok fazla tepkiye yol açmıştır (3).
Söz konusu tek tip kıyafet zorunluluğuna bazı Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ortak bir bildiri ile karşı çıktı. İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Çağdaş Hukukçular ve Özgürlükçü Hukukçular şu tespitlere yer verdiler: “İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı muamele veya cezalar suçtur. Bu durum, mahpusa yönelik her türlü şiddet uygulamasının kolaylaştırıcı bir aracı haline dönüşmesinin yanı sıra adil yargılama hakkını da ihlal eder. Tek tip giysi sadece mahpusa değil, toplumun tamamına dayatılan bir cezalandırmadır. Her ne kadar uluslararası hukuk mahpusların elbise serbestisi hakkını açıkça tanımamış olsa da, mahpusların üniforma giymeye zorlanması halen sahip oldukları temel insan haklarına açıkça ters düşer. Bu hakların başında da ‘işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve ceza yasağı’ gelir. Mahpusun tek tip elbiseye zorlanmasının kendi iç dünyasında yarattığı etki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘onur kırıcı ceza’ tanımına da uyar: ‘Bir cezanın onur kırıcı ceza sayılabilmesi için, mağdurun başkalarının gözünde olmasa bile kendi gözünde aşağılanması yeterlidir. (4).”
Tek tip kıyafet uygulamasının tutuklulara da uygulanması ayrı bir fecaattir. Bu, hukukun meşhur “masumiyet karinesi”nin ayaklar altına alınmasıdır. Yani henüz hakkındaki yargılama bitmemiş ve suçlu olduğu kesinleşmemiş olan tutukluya tek tip elbise giydirilmesi, bu kişiyi baştan suçlu ilan edip ağır bir travmaya mahkum etmektir. Ayrıca yargılanmakta olan bir kişi tek tip elbise ile mahkeme önüne çıktığında, yargılama objektiflikten ödün verir. Dolayısıyla, uluslararası sözleşmelere aykırı olan uygulama Ceza Muhakemesinin esas amacına da aykırıdır. Zira, ceza yargılaması kişiyi topluma kazandırma ve ıslah amacı taşır. Oysa, tek tip elbise uygulaması kişiyi topluma kazandırmaya hiçbir katkıda bulunmadığı gibi, mahkemenin hükmettiği görünen cezanın ötesinde görünmeyen bir ceza niteliğindedir. Diğer bir deyişle, kişinin onurunu zedeleyerek ve kişiliğini elinden almak suretiyle küçük düşürerek artı bir ceza verir. Bu bakımdan, esasında tek tip elbise uygulaması işkencenin bir çeşididir (5).
Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen bu konuda yaptığı açıklamasında şunları söylemiştir: “Tek tip elbise zorunluluğu, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir. Adil yargılanmadan söz ediliyorsa, suçlu da, suçsuz da adil yargılanmadan aynı derecede yargılanır. Burada hem aşağılayıcı bir muamele, hem de masumluk karinesinin ihlali vardır. Bu doğru değildir, sözleşmelere aykırıdır (6).”
Tek tip kıyafet zorunluluğu ile ilgili ciddi araştırmalara imza atan akademisyen Juliet Ash’ın, “Parmaklıklar Ardında Giyim-Kuşam: Suç Ögesi Olarak Hapishane Kıyafetleri” isimli kitabındaki, “Tek tip kıyafet uygulamasında, cezalandırılan kişinin giyim-kuşamı da cezanın bir parçası olarak görülüyor, kişinin kimliğini ve kendine güvenini ortadan kaldırmayı amaçlıyor” tespiti önemlidir. 1975 yılında yazdığı kitapla tanınan John T. Molloy’un 2014 yılında yaptığı bir araştırmada, mahkemeye mahkum kıyafetleriyle gelinmesinin jüri tarafından suçlu bulunma olasılığını artırdığını bilimsel olarak tespit etmiş olması da, durumun bir başka dikkat çekici yanıdır (7).
Türkiye, utançla andığı 12 Eylül döneminde, bunun gibi benzer uygulamalara şahit olmuş ve kolay kolay silinemeyecek acı hatıralar toplum hafızasına kazınmıştır. Tek tip kıyafet zorunluluğu ile yapılan düzenlemelerin ardından basına mülakat veren MHP’li Atilla Kaya’nın sözleri bu yaranın boyutlarını ve uygulamanın ne anlama geldiğini ortaya koymaktadır: “Tek tip elbiseyi ilk giydiğimiz zaman yarattığı psikoloji çok derin oldu. Kendi ölçümüzde bir direncimiz, direnişimiz vardı. Cezaevi uygulamaları, sorgulama sırasına işkencelere karşı belli ölçülerde bir direniş sürecinden gelmiştik. Ama o elbiseyi giydiğim zaman tüm bedenimi sanki teslim alınmış gibi bir duygu kaplamıştı. Bugün yeniden getirilen bu zorunluluk, 12 Eylül uygulamalarına dönüştür. Bununla asıl yapılmak istenen hem cezaevinde yatan insanları hem de toplumu teslim almaktır. Zaten dışarıda topluma bir deli gömleği giydirilmiş. Cezaevlerinde de bunun en sert uygulamalarını yaparak, tek tip kıyafetle insanları kişiliksizleştirmek, kendi bedenine, düşüncesine, inancına yabancılaştırmak amacı güdülüyor. Bir işkence yöntemi olarak kendinize yabancılaştırmak, sizi teslim almak hedefleniyor. Cezaevi üzerinden de topluma ders verilmek isteniyor, ‘Bakın bunlardan ibret alın, aklınızı başınıza toplayın’ mesajıdır bu! (8).”
12 Eylül sonrasında, bu düzenlemeye karşı çıkmış sol görüşlü siyasilerden İbrahim Aydın’ın tespitleri de ülkücü Kaya’nın görüşlerinden farklı değil: “Tek tip elbise, Hitler Almanya’sında toplama kamplarında ağırlıkla siyasi mahkûm ve Yahudilere giydiriliyordu. Benim de yargılandığım Erzurum’da görülen Artvin Devrimci-Yol davası tutukluları olarak bizler de aşağılayıcı ve kişiliksizleştirmeyi hedefleyen bu uygulamaya karşı yıllarca mücadele içinde olduk. Bir işkence aracı haline sokulan tek tip elbise tutuklulara zorla giydirilmek istendi. Giymeyenler ağır işkencelere ve aylarca soğuk hücrelere atılarak direniş kırılmaya çalışıldı. Erzurum gibi ısının eksilerde seyrettiği kış günlerinde mahkemelere bile atlet ve külotla çıkmak zorunda kaldık, ta ki bu uygulama birkaç yıl sonra son bulana dek. Tek tip elbise uygulaması bütün ceza infazcıların da bildiği gibi bir cezalandırma uygulamasıdır. Hele bununun, cezaları kesinleşmemiş tutuklular üzerinde uygulanması tam anlamıyla bir hukuksuzluktur. Tek tip elbise uygulaması, tekrar bir ceza olduğu gibi insan onuru ve haysiyeti ile kesinlikle bağdaşan bir uygulama değildir (9).”
12 Eylül’ün utanç karelerinden olan, sanıkların mahkeme heyeti karşısına iç çamaşırlarıyla çıkmak zorunda bırakıldığı günlerin üzerinden yaklaşık otuz yıl geçti. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bazı duygu ve düşüncelerin hiç değişmediğini, peşinen cezalandırma ve yargısız infazın hak görüldüğü “olağan üstü” dönemlerin hiç bitmediğini/bitirilmediğini, birilerince bunun bile “nimet” olarak görüldüğüne içimiz acıyarak şahit oluyoruz. Bu coğrafya, birilerinin “şahsi menfaatleri” uğruna, maddi açıdan değerli görmedikleri hayatların kolayca heba edilebildiği, haysiyet ve onurların kolaylıkla çiğnenip, üzerinde hayasızca tepinildiği bir yer olarak kalmak zorunda mı gerçekten? Bir dönemin mağdurlarının, gücü elde eder etmez en zalim despotlara nazire yapması bu toprakların mı bir yazgısı yoksa mesele “insan olmak/olmamak”la mı ilgili bilemiyorum. Bildiğim tek şey, bugün toplumun sağduyulu kesimleri hep birlikte bu uygulamaya karşı çıkmaz, sesini yükseltmezse, korkarım bir gün bu uygulamayı da çıkartanlar dahil herkes nasiplenecek ve 12 Eylül’ün acı benzerlikleri sadece bu uygulamayla da sınırlı kalmayacaktır…
(1) http://t24.com.tr/haber/iki-yeni-khk-yayimlandi-tutuklular-icin-tek-tip-kiyafet-uygulamasi-getirildi-2-bin-756-kisi-ihrac-edildi,519501
(2)http://www.cumhuriyet.com.tr/m/haber/siyaset/894171/Mehmet_Barlas_tan__Guantanamo_Hukuku__uyarisi__Savunanlar_artiyor_ama….html
(3)https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/15/cezaevinde-tek-tip-elbise-uygulamasina-nicin-karsiyiz/
(4) http://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/190672-mahpuslara-tek-tip-giysinin-amaci-psikolojik-cezalandirma
(5)https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/15/cezaevinde-tek-tip-elbise-uygulamasina-nicin-karsiyiz/
(6)https://www.birgun.net/haber-detay/feto-bahanesiyle-tek-tiplestirecekler-173914.html
(7) http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40653666
(8) https://www.cnnturk.com/ajanda/tek-tip-kiyafet-uygulamasi-hangi-ulkelerde-uygulaniyor
(9)https://www.birgun.net/haber-detay/feto-bahanesiyle-tek-tiplestirecekler-173914.html