MAHKEMELERİN DEĞİŞEN “TANIK”ANLAYIŞI
Ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan yegane araç deliller olup, CMK’nın “delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hüküm ile bu husus açıkça belirtilmiştir. Bu düzenleme ile ayrıca “delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmaktadır.
Dolayısıyla, ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılama yapan hakim, hukuka uygun şekilde elde edilen tüm delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır.
Şüphesiz, ceza yargılamasında başvurulan en önemli delil “tanıklık”tır. Tanıklık; bir kimsenin geçmişte yaşanan olayla ilgili tüm duyuları ile elde ettiği bilgi ve görgüyü mahkeme huzurunda anlatmasıdır.
Peki, bir hayatı kurtaran ya da karartan tanıklık kurumu mahkemelerce ne derecede önemsenmektedir? Tanıkların anlatımı mutlak doğru olarak kabul edilmeli midir? Sanık ile yüzleştirilmeden ve sanığa soru sorma hakkı verilip silahların eşitliği ilkesi sağlanmadan tanığın dinlenmesi hukuka uygun mudur? Aynı suça karışmış ve kendini kurtarma endişesi altında olan tanığın anlatımına itibar edilir mi? Sanık, kendi aleyhine ya da aynı olaydaki bir diğer sanık hakkında tanıklık yapabilir mi? Sorularımıza cevap vermeye çalışalım.
CMK’nın 43 ve devamı maddelerinde “tanıklık” kurumu ele alınmış, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu kapsamda tanıkların huzurda dinlenmesi ve sanığa, tanığın diyeceklerine karşı soru sorma hakkı verilmesi de koruma altına alınmıştır.
Bunun en önemli nedeni, adil bir yargılamayı sağlamaktır. Birçok yargı kararı ile ortaya çıkmıştır ki, tanıklık, ne kadar önemli bir delil ise, o kadar da zayıf bir delildir. Çünkü, sonuçta tanıklık yapan kişi bir insan ve insani tüm duygu ve zayıflıklarını olaya yansıtabilmektedir. Tanık; yaşanan olayda kendini veya akrabasını koruma, abartılı duygularda bulunma, yorum katma, sanığı koruma, görme zayıflığı gibi fiziksel rahatsızlıklar altında olma halleri ile gerçeği yansıtmayan anlatımlarda bulunabilir.
Bu nedenle mahkemeler yargılama ile ilişkisi olmayan, tarafları tanımayan tanıkların beyanlarına daha çok itibar etmektedirler. Bundan dolayı da Anglo-Sakson hukuk sisteminden farklı olarak ceza usul yasamızda kural olarak sanığın, kendi aleyhine tanık olarak dinlenmesi uygulaması bulunmamaktadır.
Nitekim CMK’nın 48. maddesi ile, “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir.” düzenlemesi getirilerek, tanığın, herhangi bir endişe altında kalmadan beyanda bulunması amaç edinmiştir.
Yine 49. maddeye göre, böyle bir durumda mahkeme başkanı veya hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından tanığa, tanıklıktan çekinmesinin dayanağını oluşturan olgular bildirilmeli ve bu hususta gerektiğinde kendisine yemin verdirilmelidir.
“Yemin verilmeyen tanıklar” başlıklı 50/1-c maddesinde de, “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar.” olarak sayılmış ve bu kişilerin olayı doğru anlatamayabileceği varsayılarak yeminsiz dinlemeleri öngörülmüştür.
Bu düzenlemelere göre sanık; kendi aleyhinde tanıklık yapamaz, kendisini ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Bir şekilde kendisinin de karışmış olduğu olayda başkası hakkında beyanda bulunacağı zaman, kendisine yemin verilmeyecektir.
TCK’nın 221. maddesinde de tanıklığı ilgilendiren bir düzenleme vardır. Etkin pişmanlığın yer aldığı bu maddenin 3. fıkrasında, “Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.” söylenmiştir.
Bu maddeye bağlı olarak sanık olan kişi, hem kendi hem de aynı suça karışan kişiler aleyhine açıklamalarda bulunmaktadır. Diğer bir anlatım ile sanık olan bu kişi birçok dosyada tanık olarak dinlenmektedir.
İşte mahkemelerin klasik tanık uygulamasında değişim yaşadığı husus da burasıdır. Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası yapılan yargılamalarda mahkemelerin yoğun şekilde etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların ifadelerine dayanarak ve bu ifadeleri diğer sanıklar hakkında “tanık” delili kabul ederek mahkûmiyet kararları verdiği gözlenmektedir.
Bu yeni tanık anlayışı ile mahkemeler, idari tehdit altında yaşamaktansa hukuksuz uygulama yapmayı tercih etmektedirler. Uygulamanın hukuksuzluğunu şöylece sıralamak mümkündür:
1- Sanık olan kişi, usul yasasında açık bir düzenleme bulunmadığı halde TCK 221. madde kapsamında aynı dosyada tanık olarak dinlenmektedir.
2- Olaya karışan bu tanıklara, tanıklıktan çekinme hakları olduğu bildirilmeden sorular sorulmaktadır.
3- Bu kişilere, tanıklıktan çekinmesinin dayanağını oluşturan olguların bildirilmesi ve bu hususta yemin verdirilmesi göz ardı edilmektedir.
4- Bu özelliklere sahip tanıkların yeminsiz dinlemeleri yasal zorunluluk iken, kendilerine yemin verilmektedir.
5- Bu tanıklar, aynı zamanda olayın sanığıdırlar. Kendilerini suçtan kurtarmak için ifade veriyorlar. Ya da kendilerine ceza verilmeyeceği vaat ediliyor. Veya işkence vb yöntemler altında korkutuluyorlar. Aslında CMK 148. madde çok açıktır. Maddede şu düzenlemeler yer almaktadır: “– (1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.”
15 Temmuz sonrası uzun gözaltılar sonucunda, işkence altında ifade alındığı ve bazı kişilerin işkence ve insanlık dışı muameleler sonrası başkalarını suçlayıcı beyanda bulundukları ve ifade verdikleri yaygın şekilde ileri sürülmektedir.
Bu (sanık) tanıkların verdiği ifadelerin özgür iradeye dayanıp dayanmadığı araştırılmamaktadır. İfadelerin hapis cezası tehdidi, işkence ve kötü muamele altında alınıp alınmadığı, gözaltında ne kadar kaldıkları, avukat atanıp atanmadığı sorulmamaktadır.
Mahkemeler, bu şartlar altında ifade vermek zorunda kalan (sanık) tanıkların ifadelerini, bu açık düzenlemelere rağmen delil olarak kabul etmektedirler.
6- Tanıkların çoğusu, kanuna, anayasa ve AİHS’ye rağmen sanık ile yüzleştirilmeden beyan vermekteler. Sanığın, tanığı sorgulamasına imkân tanınmamaktadır. Sanığın ve avukatının tanığı sorgulayamadığı bir yargılama adil yargılama hakkını ihlal etmektedir.
AİHM’e göre, yargılamada ifadeleri kullanılan kişi, işlenen suç açısından birinci derecede tanık ise mutlaka sanıkların da hazır bulunduğu duruşmada ifadesini yenilemeli ve sanıklara mutlaka tanığı sorgulama hakkı tanınmalıdır. Nitekim Balyoz davasında AYM de, Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın hazırlık aşamasındaki başka dosyada var olan ifadeleriyle yetinilmiş olmasını ve mahkemede dinlenmemiş olmalarını silahların eşitliği ilkesine aykırı görmüştür.
Mahkemeler, maalesef son yıllarda yaşanan baskılar nedeniyle, hukuksal değeri bu kadar zayıf, şüpheli ve hatta yok olan bu nitelikteki beyanlara itibar eder hale geldiler. Birçok dosyada yargılanan sanıklar, sadece etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların verdikleri beyanlar bağlamında ceza almaktadırlar.
Yaşanan bu hukuksuzluklar nedeniyle, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası yargılanan tüm sanıklar, etkin pişmanlıktan yararlanmak için aleyhlerine beyanda bulunan (sanık) tanıkların beyanlarının usul ve hukuka aykırı olduğunu ve delil olarak kabul edilmemesi gerektiğini mahkemeden talep etmelidirler. Ayrıca, bu tanıkların duruşmada dinlenilmesini isteyip bu durumu zapta geçirmeli ya da yazılı dilekçe ile bu talebi mahkemeye sunmalıdırlar. Bu talebin reddedilmesi halinde sıralı tüm kanun yollarında ve nihayet AYM ve AİHM önünde bu hukuksuzluk dile getirilmelidir.