BAHADIR ASLANTURKISH WRITINGS
Trend

İNSANLIĞA KARŞI SUÇ ÖRNEKLERİYLE 15 TEMMUZ VE GÜNCEL DAVALAR

İNSANLIĞA KARŞI SUÇ ÖRNEKLERİYLE 15 TEMMUZ VE GÜNCEL DAVALAR

Dr. Bahadır Aslan

A. HUKUKSUZLUK SURECİNİN BAŞLAMASI ve KLİK YARGI OLUŞUMU

17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının başlamasıyla birlikte yapılan yasal değişikliklerle siyaset kurumunun güdüm ve tekeline giren yargı evrensel hukuk ilkeleri başta olmak üzere Anayasa ve yasalara aykırı olarak siyaset yanlısı uygulamalara imza atmıştır. Bu hukuksuz süreçte “zirve” sayılacak dönem ise “15 Temmuz Darbe Girişimi” sonrası olmuştur. Darbe girişimi bahane edilerek oluşturulan  “sivil darbe” sureciyle Anayasa ve kanunlarda belirtilen usul ve ilkeler rafa kaldırılmış doğrudan siyaset kurumunun ürettiği dogma ve kavramlar üzerinden oluşturulan ve çağdaş zamanın “kral fermanları” haline gelen olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerindeki (OHAL KHK) hukuksuz hükümler esas alınmıştır. Evrensel hukukun en temel değerlerine açıkça aykırılık oluşturan bu OHAL KHK fermanları Türkiye’deki hukuksuz ara dönemin  rehberliğini yapmıştır. Böylelikle “darbeci” veya “örgüt üyesi” yafta ve iftirası ile “muhalif” kesim, sistematik bir hukuksuzluk operasyonunun konusu edilmiştir.  “Darbeci” ve “örgüt üyesi” iftirasının tükendiği yerde ise “örgüt aidiyeti, iltisakı veya irtibatı” gibi istihbarat birimleri tarafından üretilmiş hukuk dışı ve sihirli kavramlarla operasyonlara hız verilmiştir. Asıl hedef Gülen Cemaati olsa da asında süreç iktidara ve sisteme muhalif kesimin toplumdan temizlenmesine ve aforozuna dönüşmüştü.

 Diğer taraftan darbenin başarısız olduğu gecenin sabahında  daha darbenin asli failleri dahi belirlenmemişken çok kısa sayılacak 2 saatlik bir toplantı ile yaklaşık 2745 hakim ve savcı  jet hızıyla görevden uzaklaştırılmış ve haklarında aynı gün gözaltı ve yakalama kararı verilmiştir. Daha sonraki   ihraçlarla birlikte  bu sayı  5000 sınırına dayanmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaklaşık 12.500 hakim ve savcının olduğu düşünüldüğünde ihraç sayısı yargının yarısına yaklaşmıştır.  Darbe yaptığı iddia edilen askerlerden önce yargı mensuplarının tutuklanmış olması ülkede yaşanan ve yaşanacak hukuksuzluğun habercisi olmuştur. Ayrıca bu uygulama  aslında yaşanan darbe girişiminin açığa çıkarılmasını sağlayacak ve hükümetin emrine amade olmayı kabul etmeyecek bağımsız ve tarafsız yargı mensuplarının öncelikli imha ve infaz planıydı. Zira ihraç edilen ve tutuklanan yargı mensupları arasında  cemaat mensupları haricinde alevi, ülkücü, Atatürkçü ya da kendisini solcu olarak tanımlayan veyahut muhafazakar ancak hükûmet destekçisi olmayan yüzlerce hakim ve savcı vardı.

Hükûmete muhalif  bu hâkim ve savcılar ihraç edildikten ve tutuklandıktan sonra ulusalcı, milliyetçi ve muhafazakâr bir oluşum haline gelen iktidar bloku, önceden belirledikleri ve zinde kuvvet haline gelmiş olan “klik yargı” mensupları eliyle başta cemaat mensupları olmak üzere muhalif kesimin imhası surecini başlattı. İktidar bloku sadece Ak Parti’den oluşmadığı ve adı konmamış bu koalisyon haline gelmişti. Bu ulusalcı, milliyetçi ve muhafazakâr koalisyonun ilk  ilk yansıması yargı üzerinde olmuş ve yargı içerisinde bir klik yargı oluşumu ortaya çıkmıştır. 2014 HSK’ye seçimleri öncesi ortaya çıkarılan Yargıda Birlik Platformu bu klik yargı oluşumunun merkezi olarak belirlenmişti.

Klik yargı hükûmet yanlısı cemaatler, tarikatlar,  ulusalcılar, milliyetçiler ve iktidarla kan uyuşmazlığı olmasına rağmen alacakları kadrolar nedeniyle bu kliğe dâhil olan sözde solcu gruplardan oluşturulan Yargıda Birlik Platformunun en güvenilir kadrolarından seçilmişti. Klik yargı siyaseten belirlenmiş olan ilkeler çerçevesinde  birer infaz timi gibi görev yapmaktaydı. Aslında klik yargı başarısız bir askeri darbe girişimi sonrası önceden hazırlıkları yapılan “sivil darbenin” en önemli ayağını oluşturmaktaydı. Sivil darbenin başarısı için  itaat etmiş bir yargı baş aktör olarak belirlenmişti.

Klik yargı eliyle başlatılan toplu gözaltı ve tutuklama sürecinde FETÖ adı altında  muhalif kesimin sistematik bir şekilde imhasına başlanmış  ve Anayasal ve evrensel hak ve özgürlükler askıya alınmıştı. Dosyalarda haksız, hukuksuz ve delilsiz bir şekilde aldırılan gizlilik kararları ile “boş” olan dosyalar örtbas edilmeye çalışılmış,  farazi delil ve iddialarla binlerce insan tutuklanmıştı. Mesela binlerce hakim ve savcının tutuklanmasına gerekçe yapılan Teftiş Kurulu Ön Raporunun aslında bir sayfa yazıdan ibaret olduğu ve eki listeyle birlikte “tutuklayın” talimatı olduğu sonradan ortaya çıkmıştı. 

B. SAYILARLA TOPLU İNFAZ SURECİ

OHAL’ın ilanıyla birlikte hukuksuzluğun devletin bütün kurumlarının el kitabı ve kıblesi haline geldiği bu dönemde klik yargı eliyle cadı avına başlanmış ve yüzbinlerce insan gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Zaten darbe girişimi öncesi siyaset kurumunun ve havuz medyası olarak adlandırılan iktidarın basım biriminin kara propagandası ile peşinen suçlu haline getirilen cemaat mensupları başta olmak zere sisteme muhalif herkesin yer aldığı imha listeleri her gün klik yargı eliyle infaz edilmekteydi.  Bu bağlamda Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 12 Temmuz 2022 tarihinde Anadolu Ajansına verdiği röportajda[1] 8 Nisan 2014-1 Temmuz 2022 arasındaki Cemaat kaynaklı terör operasyonlarında

  • 676.411 kişi hakkında soruşturma yapıldığı,
  • 117.208 kişi hakkında mahkûmiyet ve 87.519 kişi hakkında beraat kararı verildiği,
  • Hâlihazırda 19.300 kişinin tutuklu ve hükümlü olduğu ve 29.455 kişi hakkında ise yakalama kararı çıkarıldığı,
  • Darbe girişimine katıldıkları gerekçesiyle 1634 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve 1366 kişi hakkında müebbet hapis cezası verildiği,
  • 110 ülkeden 1133 kişiyle ilgili iade talebinde bulunulduğu ve bugüne kadar Macaristan’dan 2, Cezayir’den bir olmak üzere toplam  3 iade talebinin  kabul gördüğü,
  • 28 ülkeden 121 kişinin ise iade kararı olmaksızın kaçırılarak suretiyle Türkiye’ye getirildiği,

ifade edilmiştir. Ancak bu süreçte cezaevine gönderilen toplam kişi sayının 300.000 civarı olduğu ve bu rakamın 17.000 kadarını kadınların ve 3.000’den fazlasını bebek ve çocukların oluşturduğu da raporlara yansımıştır[2]. “Solidarity with Others” isimli Kuruluşun yayınladığı rapora göre, cemaat soruşturmaları kapsamında Türkiye’de 2016 yılından beri, en az 227 hamile ve bebekli veya küçük çocuklu anne, keyfi olarak özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır.[3] Ayrıca 2020 cezaevi istatistiklerine göre, Avrupa Konseyine üye ülkeler arasında nüfusuna oranla cezaevlerinde en fazla tutuklu ve hükümlü ile (annesiyle cezaevine giren) çocuk bulunduran ülke Türkiye olmuştur[4].

Kamuoyuna yansıyan raporlar dikkate alındığında OHAL ilanıyla birlikte çıkarılan KHK’larla 1.598 dernek, 560 vakıf, 29 sendika, 33 televizyon ve 34 radyo kanalı, 50 gazete ve dergi, 1.604 okul, 360 dershane, 847 yurt, 15 üniversite ve 985 ticari şirkete el konulduğu 152.000 kamu görevlisinin de ihraç edildiği anlaşılmaktadır[5].

Diğer taraftan bir adalet bakanının devletin resmi haber ajansında insan kaçırma eylemini hukuka uygun bir eylemmiş gibi dile getirmesi ise hukuksuzluğun Türkiye’de gurur duyulacak bir eylem olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.  Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın gururla açıkladığı ve insanlığa karşı suç niteliğindeki, zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi  bunun devlet politikasından kaynaklı bir hukuksuzluk olduğunu göstermektedir. Böylelikle Türkiye bir anda 90’ların Türkiye’sinin karanlık dehlizlerine yelken açmıştır. Bu durum BM Zorla veya İradedışı Kayıplar Üzerine Çalışma Grubu’nun 31 Temmuz 2019 tarihli raporuna da yansımıştır.[6]

Bu sayısal verilerin esasen hükumet yetkilisi tarafından verilen rakamlar olması ve bu konuda talepte bulunan bağımsız kuruluşlara verilere ulaşma izni verilmemesi de dikkate alındığında gerçek rakamların daha vahim olduğu değerIendirilmektedir.  Buna rağmen açıklanan sayısal veriler klik yargı eliyle yürütülen toplu bir yok etme ve imha surecini açıkça ortaya koymaktadır. Doğrudan 676.411 gibi büyük bir kitle ile alakalı suç soruşturmasının esasen bir yok etme planı olduğunu ve bununda klik yargı üzerinden sistematik ve planlı işletildiği anlaşılmaktadır. Sivil darbe planının yargı ayağının klik yargı sayesinde gayet başarılı olduğu görülmektedir.

Hukuksuz olarak başlatılan soruşturmalar kapsamında cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde de sistematik hukuksuz uygulamalara devam edilmiştir. Adı konmamış bu sivil darbe döneminde çıkarılan KHK’larla planlı ve sistematik suç niteliğindeki ilkesiz uygulamalara hız verilmiş, 30 günlük gözaltı süreleri, savunma hakkına yönelik kısıtlamalar, avukatlara yönelik engellemeler had safhaya ulaşmıştır. Tutuklananların ilk zaman aileleriyle bile görüşmelerine izin verilmemiş ve alelacele çıkarılan KHK ve yönetmelik değişiklikleri ile “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının” infazı usulüne göre açık, kapalı ve telefon görüşmeleri kısıtlanmıştır. Açık görüşlerin iki ayda bir yapılması, telefon görüşmesinin iki haftada bir 10 dakika ile sınırlandırılması ve avukatla yapılan görüşmenin de ancak kayıt cihazı ve infaz koruma memurunun nezaretinde yapılması öngörülmüştü.

İnsanların aileleri ve avukatlarıyla iletişimlerini koparmak adına binlerce kilometre uzaklıktaki cezaevlerine nakledilmişlerdir.  Ankara’dan yapılan planlama ile belirlenen bu isimler ailelerinden binlerce kilometre uzaklıktaki cezaevlerine uygunsuz nakil araçlarıyla elleri kelepçeli adeta sürgüne gönderilmişlerdir. Bu da yetmezmiş gibi merkezden belirlenen bir kısım “pilot”  cezaevlerinde süresiz mektuplaşma yasağı getirilmiş, açık görüşler iki ayda bir yapılmaya başlanmış ve açık ve kapalı görüşe gelecek yakınlarda sınırlandırılmaya gidilmiştir. Daha suçu bile belli olmayan insanlar peşinen ağırlaştırılmış müebbet mahkumu muamelesine tabi tutulmuştu. Bütün bu planlı baskılama faaliyetleri ile sivil darbeye “hayır” diyecek muhalif kesim susturulmaya ve yaşanan “hukuk cinayetleri” örtbas edilmeye çalışılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurulardan, savcılıklara yapılan şikâyetlerden, yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerden anlaşıldığı üzere gözaltında veya cezaevlerinde yapılan işkence ve kötü muameleler ayrı bir anlatım konusu olacak niteliktedir. Bu bağlamda gözaltı merkezleri ve cezaevleri kapasitenin üzerinde doldurulmuş ve mesela Silivri ve Sincan cezaevlerinde 7 kişilik olan koğuşlarda OHAL sürecinde 40-45 kişi barınmak zorunda bırakılmıştır. Darbe teşebbüsünün hemen akabinde gözaltına alınan askerler, polisler kamu görevlileri ile bir kısım sivil şahısların ciddi maada işkenceye uğradığı ve bu kişilerin işkence görüntülerinin teşhiri için özellikle medyaya servis edildiği görülmüştür.  Ankara TEM Şubesinin gözaltı merkezi olarak kullandığı spor salonunda 800 ila 1000 civarında asker ve sivil vatandaş toplu halde gözaltında tutulmuş, işkence ve kötü muamelelere maruz kalmışlardır.

Bu dönemde  gözaltında ve cezaevlerinde çıplak arama sistematik bir şekilde uygulanmış ve bu konuda kamuoyuna çok vahim olaylar yansımıştır. En son Uşak Emniyet Müdürlüğünün 30 üniversiteli genç kadına yönelik olarak çıplak arama yaptığı mağdurların bu yöndeki şikayetleri ile gündeme gelmiş ancak yargı mercileri soruşturmaları herhangi bir araştırma yapmadan kapatmışlardır.

Bu sivil darbe sürecinde tetikçi kamu görevlilerinin işledikleri suçlardan dolayı yapılan şikayetlerin, hukuksuzluğun kaynağı olan 667 sayılı “sorumsuzluk KHK’sı” hükmü gerekçe gösterilerek sorgusuz sualsiz takipsiz bırakılmaları bu hukuksuz ve insanlık dışı uygulamaların artmasına katkı sağlayan hazin bir durumdur. Bu noktada İHD Dokümantasyon Biriminin verilerine göre sadece 2020 yılında 358 kişi hapishanelerde işkence ve kötü muameleye uğradığını dile getirerek inceleme talep etmiştir. Ayrıca hastalık, intihar, şiddet, ihmal vb. çeşitli gerekçelerle 2021 yılında en az 22 kişi yaşamını yitirdi, [7] Bu bağlamda işkence, kotu muamele stres, bunalım, gibi sebeplerle aralarında çocuklarında bulunduğu binden ziyade kişi hayatını kaybetmiştir.  

Hukuksuz yargılamalar sonrası hükmü kesinleşen cemaat mensupları bakımından infaz koşulları zorlaştırılmış ve  “Örgütle ile ilgili istihbari bilgi paylaşımında bulunmadığı, koğuştaki diğer örgüt mensupları  ile iyi geçindiği, hala örgütle iletişiminin bulunduğu, örgüt içinde bulunmaktan pişmanlık duymadığı” gibi keyfi gerekçelerle denetimli serbestlik ve şartla tahliyeyi zorlaştıran uygulamalara geçilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerden faydalanmamaları için her kanun metnine bu yönde istisnai hükümler konulmuştur.

C. GENELGE İLE FİSLEMEYE KILIF BULUNMASI

Yukarıda kısaca anlatılmaya çalışılan sistematik, planlı hukuk dışı uygulamalar darbe ve cemaat operasyonları adı altında “muhalif” kesimi klik yargı eliyle infaz etmeye, lekelemeye ve onurlarını kırmaya  yönelik olduğu görülmektedir. Bunun önceden hazırlanan bir planın parçası olduğu ise askeri darbenin başarısızlığı sonrası yapılan sivil darbeyle bir gecede ortaya çıkan ve infazına başlanan “fişleme listeleriyle” anlaşılmaktadır. Plan o kadar kusursuz işletilmiş ti ki 15 Temmuz darbe girişimi öncesi hazırlanan fişleme listelerine hukuki zemin oluşturmak için dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu imzalı Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında 2016/4 sayılı Başbakanlık Genelgesi çıkarılmış[8] ve bu genelgeyle  legal görünümlü illegal yapılara üye olanların ve yardım edenlerin tespit edilmesi istenmiştir. Hakkında herhangi idari veya adli soruşturma başlamadan bu tespitin yapılması açık ve aleni bir şeklide “fişleme” çalışması olduğu bilinmesine rağmen güncel deyimiyle infaz listelerinin hazırlanması veya toplanmış fişleme bilgilerin bu infaz listelerinde kullanılması için böyle bir yasal kılıf bulunmuştur. Siyasetin yargıdaki ve diğer kamu kurumlarındaki işbirlikçileri ile birlikte darbe gecesi infaza koydukları infaz listeleri sayesinde binlerce kişi açığa alınmış ve tutuklanmıştır. Görüldüğü üzere fişleme listeleri esasen planlı bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 

D. İNSANLIĞA KARSI SUÇLARIN İŞLENDİĞİ BİR SÜREÇ

a.  Genel Olarak

Yaşanan süreçteki hukuksuz yakalamalar, gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler ve  diğer uygulamalar bir plan dâhilinde ve siyaseten “muhalif suçlu” ilan edilen bir kesime yönelik yapılmıştır. Devlet politikası haline gelen bu hukuk dışı uygulama ve eylemler devlet yetkilileri ve bürokratlar başta olmak üzere devletin idari kademesi tarafından sahiplenilmiş ve yapılan hukuksuzluklar devletin bir başarısı olarak  medya üzerinden kamuoyuyla paylaşılmıştır. Her gün binlerce insanın gözaltına alındığı tutuklandığı yetkililer tarafından büyük bir iftiharla açıklanıyordu. Darbe sonrası asker ve polis başta olmak üzere gözaltına alınanlara yapılan işkencelerin medyada özellikle servis edilmesi bu planın bir parçasıydı. Dönemin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin “1.5- 2 metrekarelik yerde lağım fareleri gibi öleceklerini”  belirterek, “Bunlara öyle bir ceza vereceğiz ki, ‘Keşke geberip, gitseydik’ diyecekler. İnsan yüzü görmeyecek, insan sesi duymayacaklar. Bunların arkalarında ne var, kim tarafından beslendi, kim tarafından gönderildi ve kurgulandı, hepsini biliyoruz” şeklindeki açıklamaları o dönem uygulanan işkencelerin bakan eliyle kabulü olmuştur.

Esasen bu süreçte yapılanlar ve devletin bakan ve bürokratlarının açık beyanları devlerin gözetim ve denetimi altında bilinçli bir şekilde insanlığa karşı suç niteliğinde vahim eylemlerin gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.

b.  İnsanlığa Karşı Suç Olarak Gerçekleştirilen Eylemler

aa. Yaygın ve Sistematik Gözaltı ve Tutuklamalar

Cemaate yönelik yapılan yaygın ve sistematik saldırının önemli bir parçasını tamamen hukuka aykırı olan gözaltı ve tutuklamalar oluşturmuştur. Bu hukuksuz uygulamaların yapılabilmesi içinde daha önce anlatıldığı zere yargı içinde oluşturulan Klik Yargı ile bu süreç sorunsuz işletilmiştir.  Bu Klik Yargı üyesi soruşturmaları yürüten savcılar, tutuklama kararı veren hakimler, yargılamalar sonucunda ceza veren hakimler, itiraz ve temyiz incelemesi yapan istinaf ve Yargıtay üyeleri, hak ihlallerinin bireysel başvurularına bakan AYM üyeleri siyasi iktidarın beklenti ve talimatlarına göre karar vermektedirler. Bunun sonucu olarak da on binlerce insan suç teşkil etmeyen eylemleri nedeniyle tutuklanmakta ve cezalar almaktadır. Cemaate yönelik  tutuklanmalarında ve yargılamalarında kanunsuz suç ve ceza olmaz, masumiyet karinesi, suç ve cezaların geçmişe yürümezliği, doğal hakim ilkesi, cezaların şahsiliği, adil yargılanma hakkı, hakim kararlarının gerekçeli olması gibi evrensel hukuk kuralları sistematik ve planlı olarak uygulanmamış ve aksine devletin imha planı kapsamında çıkarılan hukuka aykırı OHAL KHK hükümlerine göre hareket edilerek bu kararlar verilmiştir. Dolayısıyla ortada Statünün aradığı şekilde evrensel hukuki ilkeleri ve güvenceler bilinçli olarak  görmezden gelinmiştir. Cemaate yönelik geliştirilen politika çerçevesinde evrensel hukuk kurallarının dışlanıp Klik Yargı mensubu hakim ve savcılar eliyle on binlerce insan yaygın ve sistematik olarak hapsedilmiş ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır.  Böylelikle insanlığa karşı suç sayılan “Uluslararası hukukun temel hükümlerini ihlal ederek hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme” eylemi maddi ve manevi unsurlarıyla oluşmuştur.

bb. İşkence ve Kötü Muameleler

Yukarıda da izah edildiği zere cemaate  yönelik işkence ve kötü muamele eylemleri 15 Temmuz 2016 sonrasında hızlanarak sistematik ve yaygın bir şekilde yapılmıştır. İşkencelerin yapıldığı yerler gözaltı merkezleri ve cezaevleri ile kolluk görevlilerinin kayıt dışı kullandığı alanlar olmuştur. İşkence altında önceden hazırlanan ifade tutanakları imzalattırılmıştır. İnsanlar daha sonra bunu mahkemelerde açıkça dile getirmiş ve AİHM nezdinde bireysel başvuru konusu yapmıştır.

Aynı şekilde  binlerce kişi toplu olarak gözaltına alınıp, gözaltı merkezi olarak tanımlanan ancak hiçbir insani ihtiyacın giderilemediği ve hukukun uygulanmadığı işkence merkezlerinde haftalarca tutulmuşlardır. Burada tutulan kişiler itirafçı olmaları ve ayrıca başka kimselerin de isimlerini vermeleri amacıyla çırılçıplak soyma, cinsel saldırı, elektrik verme, dövme, aç ve susuz bırakma, uykusuz bırakma, tehdit, hakaret, aşağılama gibi değişik işkencelere maruz kalmıştır. İşkenceler sonucunda ölümler, yaralanmalar ve psikolojik travmalar meydana gelmiştir.

cc. İnsanların Sivil Ölüme Terk Edilmesi

15 Temmuz 2016 sonrası çıkan OHAL KHK’ları ile yüz binden fazla insan kamu görevinden çıkarılmıştır. Ayrıca menkul ve gayrimenkullerine el konularak tüm gelir kaynakları kesilip “sivil ölüme” terk edilmişlerdir. Bu kişilerin özel sektörde iş bulmaları da engellenmiştir. Özel sektörde iş bulmalarını engellemek ve işverenler tarafından KHK’lı olduklarının bilinmesi bakımından SGK kayıtlarına özel kod numaraları düşülmüştür.  Devletin her vatandaşına sunduğu sağlık ve sosyal yardımlar ile  banka hizmetlerinden mahrum bırakılmışlardır. Böylelikle cezaevinde olmayan insanların da bir şekilde sivil ölme terk edilmesi amaçlanmıştır.

dd. Zorla Kaçırma ve Kaybetme Eylemleri

Zorla kaçırma ve kaybetme eylemleri  Roma Statünün 7. maddesinde insanlığa karşı suç olarak tanımlanan eylemlerinden biridir.  Bu süreçte cemaate yönelik çok sayıda zorla kaybetme eylemi gerçekleştirilmiştir. Türk istihbaratının organize ettiği ve Türk adli kolluk güçlerinin iştirak ettiği eylemlerde kişiler evlerinden işlerine giderken ya da diğer herhangi bir nedenle dışarıda bulundukları bir anda, insanların gözleri önünde önceden ayarlanmış araçlarla kaçırılarak işkence merkezlerine götürülmüşlerdir. Zorla kaybetme eylemi sadece bir veya iki kişiyle sınırlı kalmamış 30’lara ulaşmıştır. Bu sayı zorla kaybetme eyleminin yaygın olarak gerçekleştirildiğini açık bir şekilde göstermektedir. Zorla kaçırılan kişiler daha sonra bunları mahkemelerde ve savcılıklarda dile getirmesine rağmen bu hususlar araştırılmadasın insanlar en ağır cezalara çarptırılmışlardır.

E. GERÇEKLEŞTİRİLEN EYLEMLERİN ROMA STATÜSÜ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Zorla kaçırma sadece Türkiye’de yaşanmamış, siyasal iktidarın ve istihbarat birimlerinin çeşitli hukuk dışı usullerle ikna ettiği ülkelerde bulunan kişilerde bu ülkelerden belli bir plan çerçevesinde kaçırılıp Türkiye’ye getirilmiştir.  Zorla kaybedilen kişiler hakkında idari ve adli makamlara yapılan başvurular ya işleme konulmamış ya da inkâr edilerek kapatılmıştır. Zorla kaybedilen kişilerden bazıları uzunca bir süre işkence merkezlerinde hukuki korumadan yoksun bırakılıp ifadeleri alındıktan sonra adli kolluk güçlerine bir şekilde teslim edilmişlerdir. Cemaat mensuplarını hedef alan ve devlet görevlileri tarafından organize edilip bizzat yapılan zorla kaybetme eylemleri belli bir plan çerçevesinde, sistematik olarak ve yaygın bir şekilde gerçekleştirilmektedir.

Bilindiği üzere insanlığa karşı suçlar, soykırım suçu, savaş suçları ve saldırganlık suçları ile birlikte uluslararası ceza hukuku alanında belirlenmiş olan dört grup suçtan biridir. İnsanlığa karsı suçlar, ilk defa Hitler Almanya’sının gerçekleştirdiği eylemlerden dolayı Nuremberg Statüsünde yer almış ve en nihai tanımını Roma Statüsü’nde bulmuştur. Roma Statüsü 123 ülke tarafından kabul edilmiştir. Türkiye her ne kadar Roma Statüsü’ne taraf olmamış ise de 2006 yılında yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 77. maddesinde insanlığa karşı suçlara mevzuatında yer vermiştir.  

Roma Statüsünün  7/1. maddesine göre insanlığa karşı suçlar, barış ya da savaş zamanında olması fark etmeksizin maddede belirtilen suç tiplerinin herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak ve kasıtlı olarak  işlenmesidir. Roma Statüsünün 7. maddesinde sayılan ve insanlığa karşı suç oluşturan eylemler ise şunlardır:

  • Adam Öldürme,
  • Topyekûn İmha Etme,
  • Köleleştirme,
  • Nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli,
  • Uluslararası hukukun temel hükümlerini ihlal ederek hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme,
  • İşkence,
  • Irza geçme, cinsel kölelik, zorla fuhuş̧, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkla diğer cinsel şiddet şekilleri,
  • Paragraf 3’te tanımlandığı şekliyle, herhangi bir tanımlanabilir grup veya topluluğa karşı, bu paragrafta atıf yapılan herhangi bir eylemle veya Mahkemenin yetki alanındaki herhangi bir suçla bağlantılı olarak siyasi, ırki, ulusal, etnik, kültürel, dinsel, cinsel veya evrensel olarak uluslararası hukukta kabul edilemez diğer nedenlere dayalı zulüm,
  • Zoraki kayıplar,
  • Irk ayrımcılığı,
  • Kasıtlı olarak ciddi ıstıraplara ya da bedensel veya zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemler.

aa. Suçun Faili

Roma Statüsünde insanlığa karşı suçların failleri hakkında sınırlayıcı bir düzenleme yer almamaktadır. Roma Statüsünün 7. maddesinin 2. paragrafının a bendinde “bir örgüt veya devlet politikasının uzantısı” denilerek failin devlet görevlisi veya sivil biri olabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla insanlığa karşı suçların faili devlet görevlisi ya da sivil kişiler olabilir. Ayrıca bu suçun devletin açık veya açık olmayan onay ve teşviki ile işlenmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır. 

Roma Statüsünde esas olan Statünün  7. maddesinde sayılan fillerin insanlığa karşı suç oluşturabilmesi için, failin sistematik olarak veya yaygın bir şekilde bu fiilleri işlemesi ve bu fillerin herhangi bir sivil topluluğa karşı belli bir plan doğrultusunda yapıldığını bilmesi gerekmektedir.  Bu bağlamda 17/25 Aralık Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte zirveye ulaşan süreçte cemaat mensuplarına yönelik gerçekleştirilen sistematik ve planlı eylemlerde dolaylı olarak görev alan, azmettiren, yardım eden, planlayan, teşvik eden, destek sağlayan, katkıda bulunan herkes sorumlu olacağından siyaset kurumu başta olmak üzere bürokratlar, hakim-savcılar, askerler, polisler, doktorlar, cezaevi müdür ve gardiyanları, ile bazı sivil unsurlar suçun faili olarak sorumlu olacaklardır.

bb. Suçun Maddi Unsuru

Roma Statüsünün 7. maddesinde insanlığa karşı suçların herhangi bir sivil topluluğa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak maddede bentler halinde sayılan filler ile işlenebileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla insanlığa karşı suçtan bahsedebilmek için öncelikle bir saldırının varlığından söz etmek gerekmektedir. Bu saldırı, Statü’nün 7. maddesinde 11 bent halinde sayılan suçlardan en az birini kapsaması gerekmektedir.   İnsanlığa karşı suçun diğer bir unsuru da saldırının yaygın veya sistematik olmasıdır. Bu bağlamda yukarıda sayısal verilerle ortay konan suç niteliğindeki eylemlerin yoğunluğu ve devletin bütün kurumların tam bir senkronizasyon içerisinde sitemli bir şekilde gerçekleştirdiği gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler, kötü muameleler, adam kaçırmalar ve hükûmet yetkililer ve bürokratlar tarafından medya önünde gerçekleştirilen linç söylemleri cemaat mensuplarına yönelik yapılan saldırının sistematik, planlı ve yaygın olduğunu ortaya koymaktadır.

Ayrıca Statü’nün 7/2-a bendinde “saldırının bir politika uyarınca” yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bu noktada  cemaat mensuplarına yönelik eylemlerin yaygın veya sistematik olmasını sağlamak adına çıkarılan 37 OHAL KHK’sı ve yapılan yasal düzenlemeler devletin bu konudaki ortak irade ve politikasını açıkça ortaya koymaktadır. Aynı şekilde bu suç niteliğindeki fillilerin işlenmesi konusunda kamu görevlilerin ve medyayı harekete geçiren siyaset kurumunun bürokratların söylemleri de bu politikayı açıkça ortaya koymaktadır. Bu süreçte gözaltı merkezlerinde veya cezaevlerinde insanlığa karşı suç işleyen kamu görevlilerini koruyucu düzenlemeler getirilmesi ve devlet yetkililerinin bu eylemleri gerçekleştirenleri kahramanlaştırıcı açıklamaları  bu politikanın bir diğer göstergesidir.

cc. Suçun Manevi Unsuru

Uluslararası hukukta genel kastla islenebilen bir suç olarak kabul edilen insanlığa karşı suçun  Roma Statüsü’ne göre manevi unsurunu genel kast oluşturmaktadır. Burada failin, sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik saldırının varlığını bilmesi yeterli olup saldırının tüm özelliklerini, plan ya da politikasını bilmesi zorunlu değildir.  Cemaat mensuplarına yönelik gerçekleştirilen eylemler bir devlet politikası olarak bilinçli bir tercihle işlendiğinden  suçun manevi unsurunun sabit olduğu görülmektedir.

F. GERÇEKLEŞTİRİLEN EYLEMLERİN TÜRK CEZA KANUNU ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Bütün bu sitemli ve planlı hukuksuz uygulamalar birlikte değerlendirildiğinde esasen yapılanların insanlığa karşı suç olduğu görülmektedir.  Zira TCK’nın “İnsanlığa karşı suçlar” başlıklı 77. maddesi uyarınca  madde metninde belirtilen eylemlerin “siyasal, felsefi, ırki, veya dini bir kesime karşı bir plan dahilinde sistemli olarak işlenmesi“ halinde insanlığa suç oluşacaktır. İlgili maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere Nurnberg Statüsünün 6/c maddesi bu düzenlemenin kaynağını oluşturmaktadır. Daha öncede vurgulandığı üzere ilk defa Nurnberg Statüsünde yer alan insanlığa karşı suçlar kavramı ve perspektifi Roma Statüsünün  7/1. maddesinde de yer almıştır.  Burada uluslararası hukukun temel kavramlarını ihlal etmek suretiyle hapsetme veya fiziksel özgürlüğün başka bir şekilde ciddi kısıtlanması “insanlığa karşı suç” olarak kabul edilmiştir. Roma Statüsü uyarınca bu suçun oluşabilmesi fiilin sistematik ve yaygın olması aranırken  Nurnberg statüsünde ve TCK’nın 77. maddesinde “yaygınlık koşulu” aranmamıştır. 

Kanunun 77. maddesi uyarınca

a) Kasten öldürme

b) Kasten yaralama

c) İşkence, eziyet veya köleleştirme

d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma

e) Bilimsel deneylere tabi kılma

f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı

g) Zorla hamile bırakma

h) Zorla fuhşa sevketme

fiillerinin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi insanlığa karşı suçu oluşturmaktadır. Maddedeki düzenleme uyarınca suçun oluşumu için söz konusu eylemlerin planlı ve sistemli olması yeterli kabul edilmiştir. Ayrıca bu suçun faillinin  tutuklamaya yetkili kişi olması şart olarak aranmadığı gibi bu suç, insanlığa karşı suçlar kategorisinde olduğundan “zamanaşımına” tabi değildir. 

Bu yasak düzenlemeler ışığında yaşanan hukuksuzluklar incelendiğinde Türkiye’nin 15 Temmuz ile birlikte muhalif gazeteci, milletvekili, aydın, hakim-savcı, kamu görevlisi ve diğer kesimlere yönelik “darbeci” ya da “örgüt” üyeliği iftirasıyla başlatılan sistematik gözaltı, tutuklama ve cezaevi uygulamaları, işkence ve kötü muameleler, gözaltında ölümler adam kaçırmalar gibi somut eylemler bir bütün olarak Nurnberg ve Roma Statüleri ile TCK’nın 77. maddesi anlamında insanlığa karşı suçu oluşturmaktadır. Anayasanın temel ilkeleri ve en temel bireysel haklar sivil darbe sonrası bilinçli bir şekilde rafa kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesinin de bu hukuksuz ara dönemin hamiliğine soyunmuş olması ile birlikte ülkede “hak-hukuk-adalet” planlı olarak yok edilmiştir.


[1] https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/bakan-bozdag-darbe-girisiminde-yasadiklarini-ve-fetoyle-mucadeleyi-aaya-anlatti/2635243

[2] Erdoğan Türkiye’sinde 143 Sosyal Soykırım Uygulaması, https://silencedturkey.org/erdogan-turkiyesinde-143-sosyal-soykirim-uygulamasi

[3] https://tr.solidaritywithothers.com/arbitrary-detention-and-arrest

[4] https://www.dw.com/tr/n%C3%BCfusa-g%C3%B6re-tutuklu-oran%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-avrupa-birincisi/a-57133469 , https://www.coe.int/en/web/portal/-/europe-s-imprisonment-rate-continues-to-fall-council-of-europe-s-annual-penal-statistics

[5] Erdoğan Türkiye’sinde 143 Sosyal Soykırım Uygulaması,  https://silencedturkey.org/erdogan-turkiyesinde-143-sosyal-soykirim-uygulamasi

[6] https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2021/06/26-Haziran-2021-%C4%B0tibariyle-T%C3%BCrkiyede-%C4%B0%C5%9Fkence-Ger%C3%A7e%C4%9Fi.pdf

[7] https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2021/06/26-Haziran-2021-%C4%B0tibariyle-T%C3%BCrkiyede-%C4%B0%C5%9Fkence-Ger%C3%A7e%C4%9Fi.pdf

[8] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/02/20160217-7.pdf

                                                                                                                                           

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu