TURKISH WRITINGS

CEZAEVLERİNDE BİTEN HAYATLAR

 

Yanlış anlaşılmasın başlıktaki “biten” kelimesi. Kastım; yok olmak, tükenmek, sona ermek anlamındaki “biten” değil. Tam aksine varoluştan bahsediyorum. Toprağın bağrına saplanmış tohumun çıkmasından, yeşerip büyümesinden söz ediyorum. İzafi olarak bir gidiyor gibi ama on katı, yüz katı ile geri geliyor toprak ananın bağrından.

Siz masumsanız, zulüm altında inliyorsanız, tehdit ve işkencelere rağmen inanç ve fikirlerinizden vazgeçmiyorsanız, bedeninizin dünyadan ayrılmasıyla yok olmuyorsunuz. Aksine inanç ve ümit kaynağı oluyorsunuz.

Sadece inancınızı yaşama ve insanlığa hizmet etmeyi gaye edinmişseniz, dünya ve dünyaya ait olan değerlerin sizin nezdinde sinek kadar bir kıymeti yoktur.

“Dünyanın, Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum su ondan içemeyeceklerdi.” Hadisini kendinize rehber etmişseniz, dünyaya ahiretin bir tarlası olarak bakar, insanlara nasıl hizmet edeceğinizi, nasıl iyi bir kul olacağınızı sadece düşünürsünüz. Mevki, makam, şöhret, alkışlanmayı rüyalarınızda bile görmek istemezsiniz.

Bu değerlere sahip olduğunuzda, ölümünüz sadece yeni dirilişlerin müjdecisi olur. Birileri sizi bitirdiğini düşünür, oysa siz yeşermişsinizdir.

İşte son yıllarda Türkiye cezaevleri bu bitme ve yeşermeler ile anılır hale gelmiştir. Maalesef cezaevinde son “biten hayat”, tüm adalet camiasının sevgi ve muhabbetle baktığı HSYK eski üyesi Teoman Gökçe oldu. Yıllarca tetkik hakimliği yapmıştı Yargıtay’da. Binlerce tozlu dosya çözmüştü. Mütevazılığı, güler yüzlülüğü, beyefendiliği ile gönüllerde yer edinmişti. Bu nedenle kendisi istemese de çeşitli inanç ve görüşlere sahip meslektaşları tarafından HSYK adaylığına zorlanmıştı. Ama o her seferinde, “benden daha iyileri var” diyerek aday olmak istemediğini dile getirmişti. Neticede ikna edilmiş ve her kesimin desteği ile altı binin üzerinden oy alarak HSYK üyesi olmuştu.

Görev yaptığı süre içerisinde kapısını ve gönlünü her kesime açık tuttu. Ne siyasetin ne de iddia edildiği gibi bir cemaatin emirleri ile hareket etti. Onurlu ve adil bir şekilde sadece işini yapmaya çalıştı.

Yeni makamı bile onu değiştiremedi, dünyaya yöneltemedi. Kurumunun kendisine sağladığı mütevazi makam arabasına binerken bile utancından başını önüne eğerek biner, adeta yanlış bir iş yaptığı, kamu malına binme hakkı olmadığı duygusuna kapılırdı.

Aleyhine ifade veren, onunla beraber çalışan başta bazı HSYK eski üyeleri olmak üzere diğer kimi meslektaşları, kendilerini kurtarma uğruna ve onu ölüme gönderme bencilliğine rağmen, onun adaletten saparak bir karar verdiğini ortaya koyamamışlardı. Sadece kanunlar, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış olan seçim çalışmaları ve dini sohbetlerinden bahsetmişlerdi.

O, bir yandan İmamı-ı Gazzalî’den “Dünya, bir pislik yığınıdır; onun arkasından koşturanlar da kelplerden başkası değildir.” şeklinde aktarılan sözün manasıyla dünyaya bakarken, diğer yandan Bediüzzaman’ın “dünya, âhiretin tarlası, cennetin mezraasıdır” sözüne bağlı olarak bir yaşam sürdürmeye çalışmıştı.

Ve Teoman Gökçe, 02/04/2018 günü, dünya tarlasına ektiklerini biçmek ve inşallah cennet mezrasına yerleşmek üzere ahirete, cezaevinde iken yaşamlarını yitiren anne ve babasının yanına göç etti. Gidiş sebebini kalp krizine bağladılar. Oysa cezaevine sağlam girmişti. Kalp sağlığı sorunu yoktu. Basına yansıdığı şekli ile koğuş arkadaşının panik butonuna basmasından 1.5 saat sonra gardiyanların gelmesi ise ayrı bir ihmal resmiydi.

Diğer yandan insanlara fark ettirmeden gıda ve içeceklerine karıştırılan ilaçlar ile hayatlarına nasıl son verildiği bir gerçekti. Şu ana kadar işkence ve değişik yöntemlerle cezaevlerinde onlarca insanın yaşamına son verildi. Kimisine intihar, kimisine kalp krizi, kimisine hastalık nedeniyle ölüm dediler. İç hukuk ve sözleşmeler, tutukluların yaşam bütünlüğünü koruma sorumluluğunu mutlak olarak devlete vermiştir. Yaşamı koruma noktasında devletin pozitif sorumluluğu vardır.

Ancak bir gerçek vardı ki, “ölüm evleri” olan cezaevlerinde cadı avına konu olan tutuklu ya da mahkûmlara tedavi yolu kapalıydı. Zaten muktedirler, onlara su bile vermeyeceklerini, ölmek için yalvaracaklarını söylememişler miydi? Bu nedenle de ölüme terk ediyorlardı.

Bunlardan birisi de senelerce adalete hizmet etmiş olan Yargıtay Üyesi Mustafa Erdoğan’dı. 21 Aralık 2016 günü beyin tümörü teşhisi ile tedavi gördüğü Antalya’daki özel bir hastaneye yapılan baskınla tedavisi sonlandırılarak gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Tüm tedavi ve tahliye talepleri reddedilmişti. Bilinci kapanana kadar tahliye talebi reddedilen Mustafa Erdoğan, bilinçsiz şekilde kaldırılmış olduğu hastanede ailesiyle görüşme imkanı sunulmadan 22/08/2017 tarihinde yaşamını yitirmişti.

Teoman Gökçe, Mustafa Erdoğan, gözaltına alındıktan sonra işkence sonucu yaşamını yitiren öğretmen Gökhan Açıkkollu, Ege’de can veren Maden ailesi, KHK ile görevinden ihraç edilen ve Meriç nehrinde boğularak hayatını kaybeden öğretmen Ayşe Abdurrezzak ile iki çocuğu ve daha niceleri şimdi ötelerde, kendilerine zulüm yapanlar ve itiraf adı altında iftirada bulunanlar ile hesaplaşmak için bekliyorlar. Eminim, şefkat ve merhameti yaşamında eksik etmeyen bu güzel ruhlar, o zalimleri orada da affedeceklerdir. Ama Mahkeme-i Kübra’dan kaçış olmayacaktır.

Teoman Gökçe ve diğerleri, dünya var oldukça hayır ile yad edileceklerdir. Ama kendilerine hayatı zindan edenler ise II. Mahmut döneminin pek sevilmeyen devlet adamlarından Halet Efendi’nin ölümünün ardından söylenen şu mısralar ile anılacaklardır.

“Ne kendi etti rahat, ne âlem buldu huzur,

Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehli kubur”

Günümüz Türkçesi ile söyleyecek olursak: “Ne kendi rahat etti, ne de halka huzur verdi, bu dünyadan göçtü gitti, şimdi kabirdekiler düşünsün.”

 

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu