ANAYASA MAHKEMESİ’NİN BİLAL CELALETTİN ŞAŞMAZ KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME
Dr. Gökhan Güneş

1. Olaylar
Öğretmen olan başvurucu sohbetlere katıldığı yönündeki tanık beyanlarına, örgüt imamı olduğu ileri sürülen kişilerle olan içeriği belli olmayan HTS kayıtlarına ve 2013 yılı sonrasında da devam eden Aktif Eğitim Sen üyeliği gerekçesiyle örgüt üyeliğinden cezalandırılmıştır.[1]
2. Karar
a. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Bakımından
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun sohbet toplantılarına katılmasının, sendika üyeliğinin ve HTS kayıtlarının örgüt üyeliği bilinciyle gerçekleştirildiğinin ortaya konamadığını belirterek silahlı terör örgütü üyeliği suçununun öngörülemez şekilde genişletildiğini ve Anayasa’nın 38. maddesindeki suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir (par. 64 ve 65).
b. Özel Hayata Saygı Hakkı ve Sendika Hakkı Yönünden
Kararda aynı şekilde, başvurucunun temel hakların kullanımı niteliğindeki (sohbetlere katılma ve sendika üyeliği) eylemlerinin örgütsel hiyerarşi içerisinde gerçekleştirildiğinin mahkeme kararlarında açıklanamadığı gerekçesiyle; bu eylemlerden dolayı başvurucunun cezalandırılmasının özel hayata saygı ile sendika haklarını ihlal ettiğine karar verilmiştir (par. 68 ve 69).
3. Karara İlişkin Değerlendirme
Karar, bir kişinin örgüt üyeliğinden cezalandırılabilmesi için iddia edilen örgütün amacını bildiğini ve isteyerek böyle bir yapı içerisinde yer aldığının kanıtlanmasının gerektiğini vurgulaması itibariyle bir ölçüde olumlu görülebilir. Ancak AYM’de, rejimin söylemleri gibi 17/25 Aralık , MİT Tırları ve 2013 sonrası MGK kararlarını ve üst düzey devlet görevlilerinin açıklamalarını zımnen milat kabul etmiştir (par. 50, 54 ve 63). Böylece, bu olaylardan sonrası gerçekleştirilen meşru eylemlerden hareketle kişilerin cezalandırılmasında bir sorun görmeyeceğini ortaya koymuştur.
Bu karar, terör örgütü üyeliği suçu için “bilme ve isteme” isteme unsurunun zorunlu olduğunu belirtmesi yönü ile yargılamalarda ve AYM’ye yapılacak başvurularda kullanılabilir. Ayrıca, 2013 sonrasında gerçekleşse bile herhangi bir suçun işlenişine yönelik olmayan sohbet, banka veya Bylock gerekçesiyle yapılan başvuruların reddedilmesinin haksızlığının uluslararası merciler önünde kanıtlanmasına da yardımcı olacaktır.
Yukarıda yer verilen hususlar dışında, 15 Temmuz sonrası başlayan hukuksuz süreçte dernek/sendika üyeliği, HTS kaydı veya bir tanığın “sanığı sohbetlerde gördüm” şeklindeki beyanı üzerine en az 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen binlerce insanın başvurusunda ihlal bulmayan AYM’nin bugünkü “göstermelik” kararının hiçbir kıymeti yoktur ve tam bir ikircikli tavırdır.
AYM bu kararları; ‘Türkiye’de hukuk işliyor/AYM etkin bir iç hukuk mekanizmasıdır’ denilebilmesi için vermektedir. Kararda yer verilen hususlar şu soru işaretlerine neden olmuştur ve bu soruların cevabını kararda bulmak mümkün değildir;
- Bu karara imza atan 5 üyenin 4’ü 2016’dan beri görevde olmalarına rağmen yapılan başvurularda ihlal iddialarını görmezden gelirken, şimdi ne olmuştur da suç ve cezaların yasallığı ilkesini hatırlamışlardır?
- Kendileri “sosyal çevre bilgisi” saçmalığıyla iki üyesini ihraç ederken, nasıl olmuştur da bu gerekçeyle verilen mahkumiyet kararında ihlal bulmuşlardır?[2]
- Acaba, AYM neden kararda ortaya koyduğu ilkeleri bile somut olaya uygulamaktan korkmuş ve sendika üyeliğinin cezalandırmaya gerekçe yapılmasıyla ilgili; “Anayasa ile teminat alınan bir faaliyet nasıl örgüt üyeliğinin delili olabilir” diyememiştir. Hatta, sendika üyeliği gibi yasal bir faaliyette bulunmayı bile uyduruk başka kriterlerin varlığı halinde örgüt hiyerarşisine dahil olma olarak kabul edebileceğini göstermiştir.[3]
- Bylock ve Banka kriteri olmayan ve bu dosyadakine benzer gerekçelerle yerel mahkemelerin dahi artık beraat verdiği bir başvuruda AYM’nin korkak/çekingen davranmasının ve bir paragrafta ortaya koydu evrensel ilkeleri diğer paragrafta düzeltmek ya da açıklamak zorunda kalmasının sebebi nedir?
- Kimin aradığı ve içeriği belli olmayan ankesörle aranma iddialarında ihlal bulmayan AYM, ne olmuş da kim olduğu da belli olan ve “mahrem imam” dediği kişilerin aramalarını örgüt üyeliğine delil kabul etmemiştir? O zaman ankesör saçmalığıyla hayatları karartılan kişilerin tutuklanmasında niçin bir sakınca görmemiştir (Bkz. Abdurrahman Yemiş kararı).[4]
- Kararda; “başvurucunun bu şekilde terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmesi anılan suçun başvurucunun aleyhine öngörülemez biçimde genişletici bir yoruma tabi tutulması ile mümkün olmuştur diyen AYM, ortaya koyduğu bu ilkeyi neden Bylock’ta görmezden gelmiştir? Acaba, Bylock kullandığı iddia edilen kişilerden bu ilklerle beraat etmeyecek bir kişi var mıdır? Ya da Bylock dosyalarının bu başvurudan ne farkı vardır?
- Ayrıca, “Hata” hükümleriyle ilgili 30. maddenin yorumunda da Yargıtay’ın “7 katlı piramit” zırvasını tekrar etmiştir. Bu zırvaya göre; kişinin ne yaptığının ya da hangi faaliyetlerde bulunduğunun bir önemi yoktur. Zira kişi örneğin asker ya da savcı ise otomatik olarak nihai amacı biliyor ve istiyor kabul edilmekte ve 30. maddedeki hata hükümlerinden yararlandırılmamaktadır. Bu “şekli suç” mantığıyla yapılan terör yargılamalarının belki de hukuk tarihinde bir örneği yoktur.
4. Anayasa Mahkemesi Bu kararları Neden Vermektedir?
Bu tür özel amaç güden ve günü geldiğinde kullanılmak üzere verilen göstermelik kararlar, uluslararası yargı mercilerine sunulacak malzemeler olacaktır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesine ve AİHM’e, Türkiye’nin savlarını ispatlamak için sunulacak sipariş kararlara ihtiyaç duyulduğunda işte bu kararlara sığınılacaktır. Nitekim böyle olmuş ve işkence sebebiyle nezarette hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu adına BM İnsan Hakları Komitesine yapılan başvuruda, Türkiye savunma olarak yalnızca bir tane ihlal kararı sunmuştur. İşte bu karar da tıpkı o gün BM’ye sunulan tek ihlal kararı gibi ‘ihtiyaç anında kullanılmak üzere’ verilmiş ve bir köşeye konulacak bir karardır. Bu dediklerimizin Yalçınkaya kararında gerçekleşmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Son olarak vurgulamak gerekir ki; AYM’nin verdiği “dostlar alış verişte görsün” kabilindeki bu kararlarının halen devam eden yargılamalarda pozitif bir etkisinin olması da beklenmemektedir. Çünkü 15 Temmuz sonrası yapılan yargılamalarda hakim ve savcıların gerçekte yargılama yapmadıkları ve gönderilen emir ve talimatlara “mahkeme kararı” kılıfı giydirdikleri herkesin malumudur.
Sonuç
AYM’nin arada bir verdiği bu tür ihlal kararlarına bir önem atfetmeye gerek yoktur. Hukukun yavaş yavaş da olsa geri geldiğine inanmak için ortada bir neden de bulunmamaktadır. AYM, zevahiri kurtarmak için bu kararları vermektedir. Bu göstermelik kararın Yalçınkaya duruşmasına hazırlık olduğu çok açıktır. Ancak AİHM, AYM’nin tüm hukuksuz kararları gibi Bylock ve Banka kriterinin de olduğu Yalçınkaya kararını da paçavraya çevirerek yüzüne çarpacaktır.
Bu kararların bir başka özelliği de AYM üyelerinin işledikleri insanlığa karşı suçların delili olmasıdır. Zira bu kişiler, verdikleri hukuksuz kararları bile isteye vermekte ve isteyince de hukuku çok güzel hatırlayabilmektedirler. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu hukuksuz döneme yol veren en başat aktörler yargı camiası, özelde de Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’dir. Dolayısıyla, “katilin maktülün cenazesine gelip dua okuması işlediği cinayeti temize çıkarmaz!”
[1] B. No. 2019/20791, 18/10/2022; https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20791.
[2] Geriye ilk derece mahkemesinin ifade ettiği şekliyle “HTS kayıtlarından yola çıkılarak varılan sosyal çevre” bilgisi ve tanıkların başvurucuyu “cemaat mensubu” olarak bildiklerine dair anlatımları kalmaktadır (P.59).
[3] “…iltisak boyutunu aşarak örgütle organik bir bağ kurup hiyerarşisine dâhil olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetlerin varlığı ile desteklenmeden (Yargıtay içtihadı için bkz. §§ 17, 18), FETÖ/PDY’ye müzahir bir sendikaya üye olmasının terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasında delil olarak kullanılması nedeniyle sendika hakkına (sendika hakkına ilişkin değerlendirmeler için bkz. § 57-58) müdahalede bulunulmuştur” (P.66)
[4] “…imam seviyesinde oldukları iddiasıyla yargılanmakta olan kişilerle iletişime ilişkin HTS kayıtlarının -bir bütün olarak ele alındığında- başvurucunun bir terör örgütüne üye olma bilinciyle hareket ettiğini ortaya koymakta başarılı olamamıştır” (P.64).