TURKISH WRITINGSWeiser NİCHT

AİHM’nin Samimiyet Testi

Weiser NİCHT (Adı sanal, kendi gerçek sürgündeki Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Üyesi)

Aslında Herkes Eşittir Ama Bazıları Daha da Eşittir

Yirminci yüzyılın ilk yarısında Dünyayı komünizm furyası kasıp kavuruyordu. Amerika kıtasından Uzak Doğu’ya, Afrika’ya kadar bütün coğrafyalarda, yerleşik ve geleneksel düzenleri alt üst eden bu sistemle mücadele yolları aranıyordu.

George Orwell’in 1940 larda kaleme aldığı ‘Hayvan Çiftliği’ romanı da bu kapsamda ünlenmiş eserlerden biri. Aslında romandaki bir cümle kitaptan ve yazarından daha fazla şöhrete sahip: “Bütün hayvanlar eşittir. Fakat bazı hayvanlar ötekilerden daha fazla eşittir”. Orwell romanında ‘Komünist Devrim’ düşüncesinin nasıl çarpıtılarak bir sömürü düzenine dönüştüğünü eleştirel ve mizahi bir üslupla anlatıyor. Bu cümle de yazılış sebebi itibariyle, başlangıçta ve özelde yaşanan komünizm gerçekliğinin, genelde ise sureti haktan görünüp aslında insanları ve toplumları aldatıp ayrımcılık yapmanın, onları sömürmenin, haklarını gasp etmenin, yok etmenin bir simgesi, markası haline geldi adeta.

Son iki yıldır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) özellikle Türkiye’den yapılan başvurular hakkında verdiği kararları ve takındığı tavrı düşündükçe hep bu cümle aklıma geliyor: Bütün insanlar eşittir, fakat bazıları daha da eşittir.

İnsan Haklarına Saygıyla Yaklaşmak

İnsanlık başından beri görüp yaşadığı acıların hepsinin toplamından fazlasını, yirminci yüzyılda, hatta ilk yarısında toptan yaşadı. Sadece ‘1. ve 2. Dünya Savaşları, komünizm’ kelimeleri ve kavramları bunu anlatmaya ve anlamaya yeter de artar bile. Eserleri, acıları, kalıntıları hala duruyor. Aramızda acıların, mezalimin, cenderenin canlı şahitleri, mağdurları var hala.

Belki de bu yüzdendir, insanlık tarihi boyunca, insan onuru ve şerefinin, haklarının, hürriyetlerinin en parlak ikamesi, müesseseleştirilmesi, ortaya çıkarılması ve korumaya alınması da yine aynı dönemde olmuştur. Vahşetin ve dehşetin geriye bıraktığı enkaz, düşünen kafaları harekete geçirmiş, paslı vicdanları bile uyarmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra peşi peşine gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi (BM-EİHB) gibi belgeler, müesseseler, düzenlemeler, antlaşmalar bu sürecin en güzel örneklerinden. Artık insanlık şerefine ve onuruna yaraşır şekilde derlenip toparlanma, yaralarını sarma ve daha da ileri seviyeler için kendini geliştirme sürecine girmişti. Yapılanların üzerine sürekli yenileri veya daha iyileri ilave edilerek bu günlere gelindi. Mesela, AİHS ne eklenen Protokollerin sayısı bu günlerde 15 i geçti. Başlangıçta yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı, işkence yasağı gibi temel değerler kayda alınmışken, zamanla üzerine mülkiyet hakkı, seçme ve seçilme hakkı, çalışanların hakları gibi pek çok haklar ve hürriyetler ilave edildi.

Bu günlerde artık internet hakkı, sanal kişilik hakkı, çevre hakkı, barış hakkı gibi konular üzerinde konuşuluyor. Dahası, gelinen bu aşama artık devletlerin ve ülkelerin sınırlarını da aşmayı zorunlu kılmakta, hemen herkese bütün Dünya üzerindeki herkesin haklarını koruma adına bir hak, daha da ötesi bir görev vermektedir. Kamusal alanda Avrupa Konseyi’nin üye ülkelerin cezaevlerini habersiz denetleme yetkisi; sivil toplum sahasında ise sınır tanımayan gazeteciler, doktorlar, avukatlar gibi inisiyatifler, oluşumlar bunun güzel örneklerinden.

Yine aynı eğilimin ve gelişmenin tabii sonucu olarak hem uygulayıcılara hem de yargı makamlarına yönelik ‘insan haklarına saygıyla yaklaşmak’ kavramı ve anlayışı geliştirilmiştir. Bununla kastedilen, yaratılışı gereği ve bizatihi varlığı itibariyle zaten şerefli ve onurlu olan insanın bu onur ve şerefi hep korunmalı ve yüceltilmelidir. Dolayısıyla insanın haklarını ilgilendiren kurallar yorumlanırken ve uygulanırken, kısıtlamalar, yasaklar hakkında dar ve daraltıcı üslupla, hak ve özgürlüklerin önünü açanlar hakkında ise geniş ve genişletici tarzda hareket edilmelidir.

AİHM nin de yarım asrı aşan birikimiyle bu yönde önemli kararlara ve uygulamalara öncülük ettiği, insan haklarına saygıyla yaklaşmanın hakkını verdiği söylenebilir.

AİHM Niyetini Bozuyor mu?

Ama gelin görün ki, iki yıldır AİHM bütün şerefli mazisine gölge düşürecek, bütün itibarını sıfırlayacak bir yöne girmiş gibi sanki. Türkiye’de 16 Temmuz 2016 ilk saatlerinden beri insan hakkı ihlalleri bütün çıplaklığı ve dehşetiyle neredeyse herkesin gözleri önünde icra ediliyor. Daha doğrusu aleni ortama taşanlar bile tüyler ürpertici. Kapalı kapıların, duvarların ardında cereyan edenleri tahmin etmek zor değil.

Düşünün daha ilk günlerde, işkenceciler işkence görüntülerini ve resimlerini bizzat kendileri basına servis ettiler veya kendi sosyal medya hesaplarından paylaştılar. Mesela elleri arkadan kelepçelenmiş, yere çöktürülmüş, asker olduğu anlaşılan birine demir parmaklıkların dışındaki kişi soruyor: “Çocuğun var mı? – Var, Kaç yaşında? – 10 aylık, Onu … edeyim mi?” Bu görüntüyü gözaltına alınan kişi kayda alamayacağına ve internete veremeyeceğine göre, bizzat işkencecinin veya arkadaşının servis ettiği anlaşılıyor. Yine ilk günlerde silahlı kuvvetlerin üst düzey general ve amiralleri dahil pek çok asker ve sivilin işkence görmüş, başları gözleri sarılı vaziyetteki fotoğrafları doğrudan devletin haber ajansı tarafından dağıtıldı.

Geçen iki yıllık süreçte, insan hak ve hürriyetlerinin ihlali konusunda hem yerli hem de uluslararası alanda onlarca, belki yüzlerce rapor, inceleme, vakıa, yayınlandı. Doğum yaptıktan sonra ameliyathaneden doğrudan cezaevine götürülen anne sayısı bile belli değil. Yahut ölümcül hastalık teşhisi konulmuş, tedavisi devam eden ve ayakta durmaya mecali olmadığından sedye veya tekerlekli sandalyeyle götürülen kişilerin kollarından yatağa kelepçelenmesi, üstelik suçlama olarak da ‘sen telefonunda ByLock kullanmışsın’ yahut ‘sen falan gazeteye abone olmuşsun’ ya da ‘sen çocuğunu şu okulda okutmuşsun’ deniyorsa, bunu akılla nasıl izah edebilirsiniz, vicdana nasıl sığdırabilirsiniz? Ege’de, Meriç’te karanlık sularda kaybolan canların, umutların, bebeklerin sayısı yüzlere yaklaşıyor neredeyse.

İki yıldır yaşananlara topyekûn bütüncül bakınca alenen bir soykırım uygulamasının bütün Dünya’nın gözleri önünde sergilendiği açıkça anlaşılıyor.

İlk haftalardan itibaren sayıları yüzbinleri bulan -ve şimdilerde iki yüz binlere yaklaşan- insan kamu kurumlarından Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ekinde yayınlanan listelerle ihraç edildiler. Keza binlerce şirketin ve özel şahısların malvarlıklarına el konuldu, bankalardaki paraları ve hesapları bloke edildi. Yine pasaportlarına ve silahlarına el konuldu, sosyal hakları, kazanılmış statüleri, hakları geriye dönük ellerinden alındı. Kazanılmış hakları yok sayıldı ve geriye dönük iptal edildi.  Daha pek çok akıllara ziyan uygulamalara imza atıldı.

Halbuki bunların kanunla veya KHK ile yapılabilmesi mümkün değildir. Zira yasama işlemi ile birel idari tasarruf yapılamaz. Hepsi de resmi işlemlerle, KHK larla ve bütün Dünya’nın gözleri önünde cereyan ettiğinden AİHM nin olup bitenlerden haberinin olmadığı iddia edilemez.

Bütün bunlar yaşanırken, taa en baştan beri insanların umutla koştukları ilk kapı AİHM olmuştu. İlk aylardan itibaren başvuru sayısı on binleri çoktan aşmıştı. Herkesi buraya koşturan haklı bir sebep vardı, çünkü AİHM insan haklarının korunması ve insanın şerefinin yüceltilmesi konusunda haklı bir şöhrete kavuşmuştu.

Fakat ne olduysa bundan sonra oldu. Sürecin başlamasından kısa bir süre sonra Olağanüstü Hal (OHAL) Komisyonu ihdas edildi. AİHM de başvuruların büyük çoğunluğunu iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bularak dosyaları iade etti.

Bu arada medyada, OHAL Komisyonu konusunda akıl hocalığını, daha başlarda Türkiye’yi ziyareti sırasında bizzat Avrupa Konseyi (AK) başkanı tarafından yapıldığı yazıldı. Bundan başka iddialar da dile getirildi. Mesela, AK nin mali yönden ihtiyaçlarının olduğu, Türkiye’nin de en çok mali destek sağlayan ülke olması nedeniyle, AK çatısı altında faaliyet yürüten AİHM nin de kolaylıkla Türkiye aleyhine karar veremeyeceği öne sürüldü. Bütün bunlar hangi açıdan bakılırsa bakılsın aklın ve hele vicdanın kabul edeceği sebepler değildir.

Hâkimlerle Devlet veya Siyaset Adamlarının Farkı

AK Başkanı netice itibariyle bir siyasetçidir. Siyasetçilerin ve devlet adamlarının menfaat üzerine davranmaları, ideal yönetim ve hukuk bakımından olmasa da bir gerçeklik olarak belki kabul edilebilir. Ama bir hâkimin menfaatine göre karar vermesi veya türlü gerekçelerle gerçeğin dışında karar vermesi kabul edilebilecek bir durum değildir.

Aradaki fark siyasetle hukukun tabiatından, felsefesinden, yazılımından kaynaklanmaktadır. Siyasetin tek hedefi milletinin menfaatini devşirmektir. Bunun için türlü hokkabazlıklar bile hoş görülür. Mesela normalde iki insan arasında çok aşağılık bir hal veya ihanet olarak görülen bir hareket siyasetçi bakımından övünme vesilesi olabilir. Hatta böyleleri genellikle milli kahraman olarak gelecek nesiller tarafından hep saygıyla yad edilir, heykelleri dikilir, adı binalara, köprülere, okullara verilir. Tarih bunun binlerce örnekleriyle doludur. Siyasetin bu niteliğinden ötürü, resmi görüşmeler hep kapalı kapılar ardında yapılır, dışarıya sadece basma kalıp sürece ve ortama uygun resmi bir açıklama yapılır. Gerçekte neler olup bittiğini kamuoyu ancak onlarca, belki yüzlerce, hatta bazen binlerce sene geçtikten sonra, arşivler kamuoyuna yansıyınca öğrenebilir.

Oysa hakimlerin tek işi, maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bu gerçeğin sonucunun nereye varacağı, etkileri, tepkileri, neticeleri hâkimin ve yargının ilgi alanına giremez. Girerse yapılan zaten yargılama ve sonuç da adalet olmaz. Bu yüzden adaletin gözleri kapalıdır. Karşısındakilerin kimliğinin, milliyetinin, dilinin, cinsiyetinin, inancının, velhasıl türlü ayırt edici özelliklerinin hiçbir önemi yoktur. Ve yine bu yüzden, siyasetin kapalı kapılar ardında icra edilmesine karşılık, yargılama aleni yapılır.

AİHM nin Tarihi Sorumluluğu

İşte tam bu noktada AİHM hâkimlerine, belki bundan sonra medeniyetin ve demokrasinin güzergahını ve yönünü belirleyecek, tarihi bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü siyasetin ve devlet adamlarının menfaat arzusu ve kazanma hırsını kontrol edebilecek yegâne güç hakimlerdir. Bütün Dünya’da şöhret olmuş Almanların “Berlin’de hakimler var” deyimi bile tek başına bunu izah için yeterlidir.

Hakimlerle, devlet ve devlet adamlarının ilişkisini atla seyisi arasındaki ilişkiye de benzetebiliriz. Medeniyet baştan beri atın sırtında bu günlere taşındı. Ama atın ağzında bir gem ve üstünde de basiretli ve kabiliyetli bir seyisle. Başka türlü bırakın faydalanmayı, zararlarından ve çiftelerinden korunmak bile zordur. Devlet bir atsa, gemi hukuk, seyisi de hakimler ve hukukçulardır. Geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren cehennem cenderesinden sonra insanlık hak ve özgürlükler adına sağlam bir zemin üzerinde ve doğru yol istikametinde seyrini sürdürüyorsa, AİHM gibi uluslararası yargı kuruluşlarının insan haklarına saygıyla yaklaşmaları sayesindedir.

Gelinen bu safhada, AİHM hakimleri niyetlerini bozar ve tavırlarını değiştirirlerse; evvela bataklıktan ve cendereden güç bela çıkan insanlık bu kez çok daha kötü bir hedef istikametine yön değiştirecektir. İkincisi ve daha önemlisi, hakimlerinin şahsında AİHM tarihi boyunca biriktirdiği şeref ve itibarını kaybetmenin yanında, tam aksi yönde ve simetride aynı ağırlıkta kötü sıfatları iktisap etmiş olacaktır. Çünkü kötü bir fiili sade bir vatandaşın irtikap etmesi ile toplum önündeki halka ve insanlara rehber pozisyonundaki bir kişinin irtikap etmesi arasında fark vardır. Mesela sıradan bir kişinin hırsızlık yapmasıyla, işi hırsızları yargılamak olan hâkimin hırsızlık yapması elbette bir değildir.

Umarım zorbanın ve yardakçılarının, soykırım denebilecek, tarihte eşi emsali pek görülmemiş mezalimleri irtikabında AK nin akıl hocalığı yaptığı ve AİHM nin de buna aktif veya pasif duruşuyla ortak olduğuna ilişkin söylentiler doğru çıkmaz. Doğruysa bile AİHM hakimlerinin, bu fahiş hatadan bir an önce dönmeleri, şimdiye kadar olduğu gibi insan haklarına saygıyla yaklaşmaları ve niyetlerini tashih ederek insan şeref ve onuruna uygun davranmaları tüm mağdurların haklı beklentisidir.

Aksi halde, zihnimde onları insanlığa ihanet etmekle ve hak ihlallerine, zorbalığa ortak olmakla mahkûm edeceğim. Hoşlarına gitmese bile şunu da belirtmeliyim: bu durumda AİHM hakimlerinin pasif kusurlu eylemlerinin özgül ağırlığı, mesela Türkiye’deki çocuk tecavüzcüsü işkencecilerin eylemlerinin ağırlığından daha fazladır. Bu mahkumiyete dayanak ve gerekçe teşkil edecek pek çok emsal karar ve içtihadım da var. Sadece Sokrates, Galileo, Dreyfüs, İmam-ı Azam, Ahmet bin Hanbel ve benzeri binlerce yargılamayı hatırlatıyorum.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu